top of page

Zorlaşan Evlilikler Zorlaştırılan Düğünler

HİLMİ KARACA


Evlilik hassas, zor ve bir o kadar da mühim bir konu. Hele ki genç yaşta evlilik, aşılması gereken nice engel ile anılır durumda. Üniversite bitirme yaşının en erken 24 yaş olduğu günümüzde yirmili yaşlarında evlenmek isteyen her genç için evlilik artık hiç gerçek olmayacak bir hayal gibi görünüyor. Hatta toplum olarak erken yaşta evlenmeyi arzu edenleri ayıplar hale gelmiş durumdayız.


Gençler öğrenci olarak aynı evde arkadaşıyla kalabiliyorken, öğrenciliği devam eden iki genç evlenmeyi arzu ettiklerinde “Yapamazsınız, nasıl geçineceksiniz, ev idare etmeyi kolay mı sanıyorsunuz?” gibi şevklerini kıracak cümlelere muhatap oluyorlar. Ebeveynler bu cümleler ile bir bakıma evlenmek isteyen gençleri evlenmeleri durumunda hem maddeten hem de manen yalnız bırakacaklarını örtülü olarak ifade ediyorlar. Henüz niyetiyle dahi yalnız kalan nice genç, evlenmeyi çok daha ileri dönemlere tehir eder hale geliyor.


Evliliğin tehiri ise kız-erkek ilişkilerindeki sınırların esnemesi, mahremiyet olgusunun silikleşmesi ve aile kavramının yavaş yavaş rafa kalkması gibi daha nice sorunu toplumun kucağına bırakıyor. Toplumun kucağına bırakılan sorunlarda ise fatura yine evlenme isteklerine karşı çıkılmış gençlerin omuzlarına yüklenmeye çalışılıyor. Bazı gençler her ne kadar toplumun ‘kurulmuş düzene evlenme’ yaklaşımına karşı çıkarak ‘evlilik ile kendi düzenlerini kurma’ iradesinde ısrar etseler de, ne yazık ki kendilerinden taviz verenlere kıyasen azınlıkta kalıyorlar.


Kendilerinden taviz vermek zorunda kalan evlilik yolcuları için, evlilik sürecinde yüzükler takıldıktan sonra konuşulmaya başlayan şeylerin başında evin eşyaları geliyor. Kek kalıbından banyodaki fırçaya kadar herşeyin kim tarafından alınacağı, kimin ne kadar masraf yapacağı kalem kalem belirleniyor. Bu açıdan bakılırsa, evlilikler bir bakıma eşlerle değil, eşyalarla yapılıyor. Kimin ne alacağına ilişkin belirlemeler yapılırken de taraflar dillerinde “Şu eşyayı niye onlar almıyor,” “Karşı taraf az eşya alıyor,” “Şu eşya olmadan olur mu?” gibi, anlayıştan uzak bir alınan eşya ve yapılan masrafları yarıştırma hali içerisinde oluyorlar. Aileler yapılan masraflara her ne kadar maddeten destek sağlasa da bu maddi destek bir noktadan sonra kösteğe dönüşebiliyor. Maddi desteği sağlayan anne babalar bu sefer her noktada müdahil olma gayretinde oluyorlar. Eve alınacak eşyalarda sanki evlenen çiftle birlikte yaşayacakmış gibi renginden tarzına, hangi odada hangi eşyanın olacağına kadar müdahale ediyorlar. Elbette bu kadar müdahaleyle muhatap olan evlilik adayları ise “Bitsin artık şu süreç” dercesine her talep edileni kabul ediyor, bir nevi duyarsızlaşıyorlar. Burada da evlenenlere aileleri tarafından yapılan maddi destek esasen onları ferahlatması gerekirken yapılan gereksiz müdahaleler sebebiyle evliliğe giden yolun lezzetinden mahrum bırakıyor, evlilik yoluna revan olmuş çiftlere fazladan bir yorgunluk yüklüyor. Tatlı bir telâşe olması gereken evliliğe hazırlık sürecini farklı ve istenmeyen bir boyuta sürüklüyor.


Daha evlenme sürecinin ilk adımlarında ardı arkası kesilmeyen sorunlarla muhatap olmaya başlayan gençler, evliliğe giden yolda bastıkları her taşın altından ayrı bir problemle karşılaşıyorlar. Problemlerin bir kısmının kaynağını her ne kadar çiftler arasındaki anlaşmazlıklar oluştursa da, çoğunun kaynağını maalesef anne babalar oluşturuyor. Anne babalar mutlu bir evliliğin başlangıcının eksiksiz ve kusursuz bir düğün gününde, hariçten kimselerin düğünde kusur bulamamalarında olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla anne babaların derdi, mutluluğun yanlış yerde aranması sebebiyle, mutlu bir evlilikten ziyade, maddi imkânların çok üstünde sergilenmiş bir düğün günü ve herşeyi ile tamamlanmış bir ev oluyor. Güya mutlu bir günün ve tamamlanmış bir evin faturası ise, ödemesi yıllar sürecek borç yığını olarak, yeni evlenmiş çiftlerin sırtına yükleniyor. Bir günlük mutluluk, daha doğrusu bir günlük gösteri için ve çoğu ya bir kez kullanılacak veya hiç kullanılmayacak eşyalar için, yıllara, yıllar sürecek mutluluğa, hatta kimi zaman maalesef evliliklere yazık ediliyor. Halbuki evlilik mutlu bir yuva ve huzurlu bir düzen kurmadan ibaret iken, içi eşya ile bezenmiş, huzuru da eşyaya atfedilmiş bir evlilikte sadece maddeten kurulmuş bir düzen oluyor. Maddeten herşey dört dörtlük gözükürken, ruhu da, huzura da olmuyor gergin ev ve evliliklerin...


Evlilik sürecindeki en çok masraf yapılan kalem ise, evin eşyalarından da daha çok, düğün günü. Gelinliğinden damatlığına, gelin ve damadın yakınlarına alınacak düğün günü kıyafetlerinden gelinin makyajı ile damadın tıraşına, düğün yerinden düğündeki organizasyonlara, düğün yemeğinden misafirlere hazırlanan hediyelere ve düğün fotoğrafçısına kadar türlü çeşit kalem, düğün gününü sürecin en masraflı günü haline getiriyor. Bu masraf kalemlerinin büyük bir kısmının meşruiyetinin dahi tartışılması gerekirken, aksine her bir masrafın ‘düğünlere özel tarife’ ile fahiş fiyatlarla fiyatlandırılması evlenen çiftlerin sırtında ayrı bir kambur oluşturuyor. Bir kez evleniyorsun gerekçesiyle, gerek fahiş fiyatlar gerekse bu kadar kalem tek tek meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Hemen hemen her düğünde standart hale geldiği dikkate alınırsa, nasıl da meşrulaştırıldıkları açıkça anlaşılıyor. Toplum nezdinde zaruri hale getirilen bunca unsurdan herhangi biri yapılmadığında ise, ayıplanan yine evlenen gençler oluyor.


Düğün gününe yapılan bu kadar masraf, esasında bir statü göstergesi olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Bir villa veya otel bahçesindeki havuz başında yapılan düğün ile bir düğün salonunda yapılan düğünün en önemli farkı, düğün mekânının statü belirlemesi. Hatta bu statü farkı düğün salonları arasında dahi sözkonusu. Böylelikle de mutlu bir âna şahitlik ile evlenenlere yardım ve destek niteliği olan düğün, bu niteliğinden tamamen çıkartılmış oluyor. Sadece nikah salonunda nikah ile yetinilmesi ise pek çok kimse tarafından anlamlandırılamıyor. Zira toplum baskısı o kadar artmış durumda ki, sadece nikahla yetinmek, evlenecek çiftlerin yıllarca dillerde isimlerinin kirlenmesi tehlikesini doğuruyor. Pek tabiî ki, gençler de bu ‘tehlike’yi göze almak yerine, yine “ne olacaksa olsun ve bu iş düğün ile bitsin” diyerek bıraktığı yük, gerilim ve yorgunluk sebebiyle sonrasında pek hatırlamak istemeyecekleri düğün seremonisini ister istemez kabulleniyorlar.


Evlilik sürecine girildiği vakit ailelerin tanışmasından itibaren başlayıp düğünden sonra yeni evli çiftlerin evlerine girmesine kadarki tüm süreci en çok etkileyen ve şekillendiren durum, tanıdıkların bu süreç hakkında ne diyeceği oluyor. Bu kimselerin kanaatlerine öyle değerler atfediliyor ki, aileler sanki onların deme ihtimali olan bir cümlenin telaffuz edilmesi halinde evlilik şartları oluşmayacak gibi diken üstünde duruyorlar. “El ne der?” tabusu, ailelerin kendi üzerlerinde, dolayısıyla evlenecek gençler üzerinde kurdukları en büyük baskı ve süreci en çok zorlaştıran cümle niteliğinde. Bu cümle ile herşey meşrulaşıyor; israfa ve başka haramlara giden yolun önü bu cümleyle açılıyor.


Ailelerin tanışmasıyla başlayan ve düğünün ardından eve girene kadar yapılan harcamalara ilaveten, her geçen gün yeni bir âdet türüyor. Tanışması, sözü, nişanı, pikniği, buluşması, hediyeleşmesi ve evlilik teklifi gibi hayatın doğal seyri içerisinde olması gereken her insani faaliyete bir seremoni, âdet, gösteri ve gösteriş havası katılıyor. Âdet havası katılan bu faaliyetler, yine sadece evlenecek çiftler arasında kalmayıp; seyreden, kaydeden ve sosyal medya üzerinden ifşa edenler ile birer törene dönüştürülüyor. Bu törenler de dünü, hikmeti ve kitapta yeri varmış gibi, olmazsa olmaz addediliyor. Dünü olmayan ve dur durak bilmeden türeyen bu âdetlerin yaygınlaşmasını tetikleyen en büyük unsur ise sosyal medya. Eski köye ihdas edilen onca yeni âdete karşılık, eski âdetler de rafa kaldırılmak yerine ‘modernize edilmek’ suretiyle devam ediyor. Sağdıcın, düğün yemeğine yardım eden komşuların ve düğündeki hazırlıklara yardım eden arkadaşların yerini artık organizasyon şirketleri dolduruyor. Bu organizasyondan geriye kalan şey ise, evlenecek çiftlerin cebinin ve huzurunun boşaltılması ve toplumdaki az da olsa varlığını sürdüren yardımlaşma hasletinin kaybedilmesi oluyor. Günün sonunda her düğün ile toplum olarak anne babalar, hatta kimi durumda evlenecek eşler birbirinin huzurunun yitimine talip oluyorlar.


Peki bunca problem ne zaman nasıl hayatımıza girdi? Bir yatak iki tabak ile evlenen anne babalar ne zamandan beri çocuklarının evindeki paspası dahi evlilik öncesinde konuşmaya başladı? “Evvel refîk, ba’de’t-tarîk” diyen nesillere ne oldu da “evvel tarîk” diyerek önce yolun tam olmasını arar oldu? Bunca soruna ve bu kadar sorunla zorlaşan evliliğe rağmen sade bir evlilik yapmak ve sade yaşamak mümkün değil mi?



Bu soruların her biri, üzerinde uzunca durulmayı hak ediyor. Son sorunun cevabı ise şu: “Dayanabildiğiniz ve direnebildiğiniz kadar mümkün.” Topluma, arkadaşlara, sosyal medyaya, anne ve baba ile birlikte bütün akrabalara, düğün malzemesi satan satıcılara ve daha nice kişiye dayanabildiğiniz ve direnebildiğiniz ölçüde sade bir evlilik mümkün oluyor. Set oluşturanlar olmasa, sade ve sadece evlenmek hâlâ mümkün. Pahalı eşyalar almadan, hatta ikinci el eşyalar ile ev kurmak, sadece nikâh ile evlenmek yine de mümkün.


Günün sonunda sade ve sadece evlenmenin imkânsız olmadığı nazara alındığında, evlenme arzusunda olan gençlerin beklediği şey ne diye sorduğumuz zaman alacağımız cevap ‘anlayış’ olacaktır. Gençler, evliliğin eşyalarla değil eş ile olduğu, kurulu düzene oturmak yerine birlikte yavaş yavaş düzen kurulabildiği, herşeyin mükemmel olmak zorunda olmadığı, ikinci el eşya ile de evlenilebildiği, evlilik için küçük bir evin de yeterli olabileceği, nikâh salonunda sade bir nikâh ile de evliliğin mümkün olduğu, ağabey veya abladan önce de evlenilebileceği gibi, her durumun esasında mümkün olduğuna ilişkin basit bir anlayış bekliyorlar. Ancak bu anlayış neticesinde mutluluk ve huzur ortaya çıkar hale geliyor. Bu vesileyle de, evlilikle birlikte borç düşünmek zorunda olmadan, evli olarak birbirlerini tanıyan eşlerin arasında sevginin neşvünema bulduğu bir haneye şahit oluyoruz. Bu şahitlik ise alınacak nice eşyadan, tatmin edilecek insanları sıralamaktan elbette daha kıymetli.


Uzun sözün kısası, evliliği düğün ile zorlaştırmak yerine evliliği düğün yapmak bizim elimizde. Duamız ve dileğimiz odur ki, gençler için bir zulme dönüşen düğün türleri son bula, bilakis evlilikler düğün ola...



ÖZETLER


Gençler için evliliğin zorlaştırıldığı bir ortamdayız. Bu durumda nice genç, evlenmeyi çok daha ileri dönemlere tehir eder hale geliyor. Evliliğin tehiri ise kız-erkek ilişkilerindeki sınırların esnemesi, mahremiyet olgusunun silikleşmesi ve aile kavramının yavaş yavaş rafa kalkması gibi daha nice sorunu toplumun kucağına bırakıyor.


Gençler evliliğe giden yolda bastıkları her taşın altından ayrı bir problemle karşılaşıyorlar. Problemlerin çoğunun kaynağı ise maalesef anne babalar. Anne babalar mutlu bir evliliğin başlangıcının eksiksiz ve kusursuz bir düğün gününde, hariçten kimselerin düğünde kusur bulamamalarında olduğunu düşünüyorlar.


Evlilik sürecindeki en çok masraf yapılan kalem, düğün günü. Türlü çeşit kalem, düğün gününü sürecin en masraflı günü haline getiriyor. Düğün gününe yapılan bu kadar masraf, esasında bir statü göstergesi olarak görülmesinden kaynaklanıyor.


“El ne der?” tabusu, ailelerin kendi üzerlerinde, dolayısıyla evlenecek gençler üzerinde kurdukları en büyük baskı ve süreci en çok zorlaştıran cümle niteliğinde. Bu cümle ile herşey meşrulaşıyor; israfa ve başka haramlara giden yolun önü bu cümleyle açılıyor.


Sade ve sadece evlenmek imkânsız değil. Bunun için evlenme arzusunda olan gençlerin beklediği şey ne diye sorduğumuz zaman alacağımız cevap, ‘anlayış’ olacaktır. Ancak bu anlayış neticesinde mutluluk ve huzur ortaya çıkar hale geliyor.


bottom of page