top of page

Olmak Mı Yapmak Mı?

MURAT KURU



Çocuklarımızın büyüdüğü dünya ile kendimizin büyüdüğü dünyanın özellikleri ve imkânları, tarihin hiçbir döneminde bu kadar hızlı ve radikal bir dönüşüm geçirmemiştir. “Bizim zamanımızda...” diye başlayan cümleler çocuklarımızın, özellikle de ergenlik dönemindeki gençlerimizin düşünce ve anlam dünyasından ışık hızından bile hızlı şekilde uzaklaşıyor.

Bir bakıma haklılar. Artık ne dünya bizim zamanımızdaki dünya, ne de imkân ve seçenekler bizim zamanımızdaki gibi. Her çocuk gibi bizim çocuklarımız da doğdukları dünyanın şartları ve imkânları içerisinde şekilleniyor, büyüyorlar.




Anne baba olan biz yetişkinlerin ise kafası karışık. Çünkü ne yeni dünyayı tam manasıyla anladığımız ve tanıdığımız söylenebilir, ne de eski dünyamızın alışkanlarımızdan kurtulabildiğimiz. Bununla beraber çocuklarımız iyi yetişsinler, başarılı olsunlar, doğru ve güzellikleri bilsinler, sadece kendilerini düşündükleri bencil bir yaşamdan uzak dursunlar, hayatlarını kendilerinden daha büyük ve aşkın bir anlam dünyasında yaşasınlar istiyoruz. İsteklerimizle karşılaştığımız pratikler bazen çelişiyor ve çatışıyor. Bu durumda ne yapacağımızı, yolumuzu nasıl aydınlatıp bulacağımızı bilemeyebiliyoruz.


Önce altını çizmemiz gereken önemli bir konudan başlayalım. Bu ve buna benzer yazıları, kitapları okuyor, takip etmeye çalışıyorsanız, büyük bir tebrik ve takdiri hak ediyorsunuz. Çocuğunuz için en iyisini yapmak istiyor; eksiklerinizi görmeye ve tamamlamaya, yanlışlarınızı düzeltmeye, iyi yönlerinizi daha da geliştirmeye çalışıyorsunuz. Bunları yapmaya çalışırken düşülebilen en sık tuzaklardan biri, mükemmel anne-babalığın peşine düşüp biteviye konuşan biz uzmanların kriter ve tavsiyelerine göre sürekli kendinizi hesaba çekmek. Hep birşeyleri eksik yaptığınız, yeterince iyi olamadığınız duygularıyla kötü hissetmek. Çocuklarınızın yaptığı her hatada faturayı kendinize kesmek, hepsinin veya çoğunun sizin suçunuz ve hatanız olduğuna dair bitmek bilmeyen düşünce girdaplarında boğuşmak.


İyi hissettirecekse, bu noktada yalnız olmadığınızı söylemek isterim. Tahmininizden çok daha fazla sayıda ebeveyn benzer zorlukları yaşıyor. İyi haber ise şu: Mükemmel olmamız gerekmiyor ve zaten bu mümkün de değil.

Bu tuzağa düşmüşseniz ya da günün birinde düşerseniz, lütfen kendinizi durdurun ve şu soruyu sorun: “Böyle düşünmek ve hissetmek bana iyi geliyor mu, çocuğuma iyi geliyor mu ve daha iyi anne baba olmama yardım ediyor mu?”


Cevabınız hayırsa, değişmesi gereken şeyler var demektir. İnsan bazen eksikliklerinin, yanlış ve hatalarının bedeli, diyeti ve kefareti olarak kendisini en fazla kendisi cezalandırmak ister. Vicdanını acı çekerek, kendisini hor ve hakir görerek, kendisini en fazla kendisi eleştirip kötü sözler söyleyerek rahatlatmaya çalışır. Bu ise en kısa zamanda ve en hızlı şekilde kurtulmamız gereken bir haldir.

Çünkü çocuklarınız ve kendinizin hayatlarının daha iyi olması için yapılması gerekenleri yapacak ilk ve en önemli kişi sizsiniz. Sürekli kendi değerinizi düşürerek ve hor görerek bunu yapamazsınız. Ve inanın, çocuklarınız da böyle bir ebeveyn görmek istemez. Sorgulama, değerlendirme, kendisini hesaba çekme bizi diri tuttuğunda, canlandırdığında, daha iyi ve güzelini yapmaya motive ettiğinde, enerjimizi arttırdığında, ümidimizi çoğalttığında anlamlı, gerekli ve önemlidir. Tam tersi bize ümitsizlik, bedbinlik, çaresizlik, suçluluk duyguları hissettirip enerjimizi tüketiyor, sabrımızı azaltıyor, yapabileceklerimizi bile yapmaktan alıkoyuyorsa, bu durumda yaptığımız şey bir muhasebe değil, kendimizi cezalandırmanın faydasız bir şeklidir. Bu ise hemen terketmemiz gereken bir tutum ve davranıştır.


Öncelikle şunu sormalıyız: Bir anne baba olarak çocuklarımızla ilgili sonuçların ne kadarına rıza gösterebiliriz, ne kadarını kabul edebiliriz? Bu sorunun cevabı yaşadığımız soru(n)lar karşısında tavrımızı, davranışlarımızı, duygu ve düşünce dünyamızı etkilemekte ve belirlemekte temel olacaktır.


Çocuklarımız dünyaya hayatları tamamen bize bağlı, aciz, zayıf ve çaresiz canlılar olarak gelirler. Hayatta kalmaları tamamen bize bağlı ve bağımlıdır. Uzun yıllar süren bir bakım ve ilgi sürecinden sonra yavaş yavaş kendi ayakları üzerinde durmaya başlarlar. Bir zamanlar neredeyse bedenimizin bir uzantısı gibi olan çocuklarımız yaş aldıkça ve büyüdükçe bireyselleşirler ve bizden bağımsızlaşmaya başlarlar. Artık bizden farklı istekleri, tercihleri, düşünceleri, tarzı olmaya başlayan ergenler ve gençler olarak, çoğu zaman karşımızda konumlanırlar. Bunca yıllık emekler, uykusuz geceler, çaba ve çalışmalardan sonra çocuğumuzun bizden tamamen ayrı bir kişi olduğu, kendi hayatı ve tercihleri olduğu gerçeğini kabullenmek kolay olmuyor. Bu noktada tüm haklarımız ve emeklerimizi onların ayrı bir birey ve kişilik olmalarının önünde bir engel olarak kullanıp kullanmamak en büyük sınanmalarımızdan biri olacaktır. Hatırlamalı ve bilmeliyiz ki, ebeveynler olarak kabullenmek ne kadar zor olsa da, yaptıklarımız, emeklerimiz, verdiklerimiz en nihayetinde karşılıksız ve hesapsızdır. Ayrışamamak, bizden ayrı bir kişi ve birey olamamak, çocuklarımızın onayımızı, sevgimizi, ilgimizi, desteğimizi almak için ödeyecekleri bir bedel olmamalı. Sorumluluğumuz, görevimiz olarak yaptıklarımız çocuklarımızla olan kavga ve çatışmalarımızda pazarlık malzemesi, savaşımızda cephane, kavgamızda yumruklarımız değildir ve olmamalıdır. “Hakkımı helal etmem” cümlesinin, kullanmaya hakkımız olmayan bir cümle olduğunu düşünüyorum.


İstiyoruz ki, çocuklarımızın hayatına etkimiz, katkımız olsun, tecrübelerimizden faydalansınlar, fikrimizi alsınlar. Bu son derece insani ve iyiniyetli isteğimize rağmen bu zamanda işler çoğu zaman istediğimiz gibi gitmiyor. Bu durumda bir kavşak noktasına geliyoruz: ya istediğimiz olsun diye daha çok şeyler yapmaya çalışmak veya ümidini kaybedip çabalamayı bırakmak ve ilişkinin kopma noktasına geldiğini üzüntü ve acı içinde seyretmek. Sonrasında ise, bir ümit uzmanlara kulak kesilmek, tavsiyelerini almak. “Başka ne yapabilirim? Yapmadığım şey kalmadı.”


Düşünmemiz gereken üçüncü bir yol, çocuklarımız için ne olduğumuzun, onlar için neler yaptığımız kadar, hatta belki ondan daha fazla önemli olduğudur. Onlar için birşeyler yapmak daha çok bir planı ve hedefi çağrıştırırken, onlar için birşey olmak daha çok bir hesapsızlığı, samimiyeti, ilişki ve bağı çağrıştırır. (Üzerinde bolca düşünmeyi ve ayrı bir yazıyı hak eden “Çocuklarımız için biz neyiz?” sorusunu buraya koyup, devam edelim.)


Biyoloji ve beyinden başlamak iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Bugün biliyoruz ki, insan beyninin karar alan, plan yapan, düşünen, akıl yürüten, çıkarım yapan, yargılayan, ahlaki değerlendirmeler yapan, vicdani karar alan, kısaca insanı insan yapan prefrontal korteks denilen alnın arka kısmındaki beyin lobu gelişimi ve olgunlaşması yirmili yaşların ortasına kadar sürmektedir. Bunun pratik anlamı, tehlike ve riskleri olduğundan daha az ve küçük algılamaları; ödül, kazanç, haz, macera beklentilerini ise olabileceğinden daha yüksek ve fazla ummalarıdır. Bu yüzden, sizin iflas etmesini, batmasını kesin gördüğünüz bir ticari girişimi gencimiz zengin olmanın müthiş bir fırsatı olarak görebilir. İşsiz kalacağı endişesi taşıdığınız bir meslek seçimi, onun için en iyi ve en garanti seçim görünebilir. Hayati tehlike riski taşıyan bir etkinlik, ergenimiz için en fazla biraz macera ve adrenalin içeren bir aktiviteden ibaret gibi gelebilir. Yani beynin bu bölgesinin geç olgunlaşması ve gelişimini geç tamamlaması, onların—olumlu veya olumsuz her iki yönde de—gerçeklikten uzak bir değerlendirme yapıp isabetsiz kararlar almalarına sebep olabilir. Ergen ya da gencimizin bize karşı çıkması, farklı düşünmesi, farklı tercihlerde bulunması illâ bizi gıcık etmek, çileden çıkarmak istediği için yahut bilgimizi önemsiz görmesi sebebiyle değil, beynin bu doğal gelişim sürecinden dolayıdır.


Bu bilgi, yaşadığımız birçok sorunu anlamada yardımcı olur ve hep aklımızda tutmamız gereken çok önemli bir noktadır. Beynin bu olgunlaşma ve erişkin hale gelme sürecini hızlandırmamız çok mümkün görünmüyor. Fakat iyi haber: Bu süreci kolaylaştırabiliriz!


Wilhelm Schmid’in incelikli olarak belirttiği üzere, büyümekte ve gelişmekte olan hayat, ilişki ve temasla biçimlenir. Biçim ise sınırlarla tanımlanır. Sınır koyarak bir çocuğu her türlü güdü, istek ve arzunun peşinden rastgele gitmekten alıkoyarız. Sınır koymak ise otorite ve iktidar kullanımını gerektirir. Sağlıklı bir çocuk büyütme ve yetiştirme sürecinde otorite ve iktidar kullanımından kaçınmak mümkün değildir. Uzmanların gözünün sürekli anne babaların üzerinde olduğu, her davranış ve tutumlarının analize tâbi tutulduğu, sürekli baskıcı ve otoriter olmakla, çocuklarıyla yeterince arkadaş olmamakla suçlandığı (çocuklarıyla arkadaş olurlarsa, bu çocukların anne babası kim olacaksa!) modern zamanlarda, bu cümleler ilk başlarda tuhaf ve doğru gelmeyebilir. Yazar bu noktada birçok güzel ayrımı hatırlatıp dikkatimize sunuyor. Otorite ile otoriterlik, iktidar ile iktidarın tek taraflı ve adaletsiz kullanımının aynı şeyler olmadığı söyleyerek başlayabiliriz. Ebeveynin iktidarı kendini de sınırlayabilen bir iktidar olmalıdır ki, meşruiyeti olsun. Sınırlar sadece çocuklar için değil, anne babalar içinde geçerlidir. Bu olmadığı takdirde, tek taraflı, kendisini bir kural ve sınırla bağlı görmeyen, adaleti gözetmeyen bir ebeveynin otorite ve iktidarı meşruiyetini yitirmeye, çekilmez olmaya, kendisine karşı çocuklarda, özelde ise ergen ve gençlerde var gücüyle bir karşı tepki oluşturmaya sebep olur. Bu durumda artık bir otoriteden değil otoriterlikten, iktidardan değil keyfilikten bahsedilebilir. İktidar ancak kendisini de sınırlandırabiliyorsa iktidardır. Otorite ancak kendisini de bağlayan kurallar ve sınırlar varsa otoritedir.


Hayat sınırlar ve kurallarla yaşanabilir. Çocuklarımıza bu kural ve sınırları öğretmek öncelikli olarak biz ebeveynlerin görevidir. Bunu öncelikle olarak biz kendi hayatlarımızda göstermeliyiz. Çocuklar çoğu zaman bizim hayatlarımızda bunları görerek öğrenir ve içselleştirirler. Otorite ve iktidarın sınırsız ve sorumsuz olmadığını, hepimizi bağlayan kural ve sınırların olduğunu, bunlara uyulmadığında bir karşılığının ve yaptırımının olduğunu bizim hayatlarımızda da gördüklerinde, başlarına gelenleri kabul etmek, sınır ve kurallara uymak onlar için daha kolay olur.


Ve bütün bu sürecin her noktasında sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, samimiyet olmalı ve gösterilmelidir. Gösterilmelidir ki, olanların ve yapılanların ruhsuz, kuru kural ve kaidelerin takipçisi ve uygulayıcısı olmamızdan kaynaklanmadığı, tam tersine sevgi, şefkat ve merhametimizin gereği olduğu anlaşılıp hissedilsin. Çocuklarımız için birşeyler yapmaktan birşey olmaya evrildiğimiz nokta, işte burasıdır...


ÖZETLER


İnsan bazen eksikliklerinin, yanlış ve hatalarının bedeli, diyeti ve kefareti olarak kendisini cezalandırmak ister. Bu, en kısa zamanda ve en hızlı şekilde kurtulmamız gereken bir haldir. Çünkü çocuklarınız ve kendiniz için yapmanız gerekenleri, sürekli kendi değerinizi düşürerek yapamazsınız.


Sorgulama, kendisini hesaba çekme bizi diri tuttuğunda, daha iyi ve güzelini yapmaya motive ettiğinde anlamlı, gerekli ve önemlidir. Bize ümitsizlik, çaresizlik ve suçluluk duyguları hissettirip enerjimizi tüketiyorsa, bu hemen terketmemiz gereken bir tutum ve davranıştır.


Bunca yıllık emekten, uykusuz geceler, çaba ve çalışmalardan sonra çocuğumuzun bizden tamamen ayrı bir kişi olduğu, kendi hayatı ve tercihleri olduğu gerçeğini kabullenmek kolay olmuyor. Ayrışamamak, bizden ayrı bir kişi ve birey olamamak çocuklarımızın onayımızı, sevgimizi, ilgimizi, desteğimizi almak için ödeyecekleri bir bedel olmamalı.


Görevimiz olarak yaptıklarımız çocuklarımızla olan kavga ve çatışmalarımızda pazarlık malzemesi, savaşımızda cephane, kavgamızda yumruklarımız değildir ve olmamalıdır. “Hakkımı helal etmem” cümlesinin kullanmaya hakkımız olmayan bir cümle olduğunu düşünüyorum.


Çocuklarımız için ne olduğumuz, onlar için neler yaptığımız kadar, hatta belki ondan daha fazla önemlidir. Onlar için birşeyler yapmak daha çok bir planı ve hedefi çağrıştırırken, onlar için birşey olmak hesapsızlığı, samimiyeti, ilişki ve bağı çağrıştırıyor.


Sağlıklı bir çocuk büyütme ve yetiştirme sürecinde otorite ve iktidar kullanımından kaçınmak mümkün değildir. Ancak, otorite ile otoriterlik, iktidar ile iktidarın tek taraflı ve adaletsiz kullanımı aynı şeyler değildir. Ebeveynin iktidarı kendini de sınırlayabilen bir iktidar olmalıdır ki, meşruiyeti olsun.

Hayat sınırlar ve kurallarla yaşanabilir. Çocuklarımıza bu kural ve sınırları öğretmek öncelikli olarak biz ebeveynlerin görevidir. Bunu öncelikle olarak biz kendi hayatlarımızda göstermeliyiz. Çocuklar çoğu zaman bizim hayatlarımızda bunları görerek öğrenir ve içselleştirirler.


bottom of page