top of page

Nevevî: Âlim ve nasihati

AHMET GÜLER


Onüçüncü asır şartlarında Bilâdüşşam’da yaşamış bir âlim olarak İmam Nevevî (1234-1277), İslâmî ilimlerin hemen her alanında eser vermiş, ama özellikle hadis ve fıkıh alanındaki eserleriyle tanınan bir âlimdir. Diğer eserleri bir yana, onun Riyâzü’s-sâlihin isimli hadis derlemesi aradan geçen neredeyse yedi asra rağmen hâlâ en çok okunan eserler arasındadır. Nisbeten geç başlayan tahsil hayatına ve hayli genç sayılacak bir yaşta vefat etmesine rağmen, hem kaleme aldığı eserlerin hem yetiştirdiği talebelerin sayısına bakıldığında, karşımıza kısa ama çok bereketli bir ömür tablosu çıkar.

Nevevî zühdüyle de meşhur bir isimdir. ‘Cebbarların yemeği’ne benzettiği için ağır ve ihtişamlı yemeklerden sakınmış, ders verdiği medreselerde bunun karşılığında bir ücret almamış, ailesinin sağladığı imkânlarla çok kanaatkâr biçimde yaşamış, gününün tamamını ilim ve ibadete tahsis etmiştir. Haram helâle hassasiyeti sebebiyle, Şam civarındaki bahçelerden toplanan meyvelerden—parasıyla da olsa—yemediği anlatılır. Sebebi, buralardaki vakıf arazilere dönem içinde mevki ve iktidar sahipleri ile onlara yakın kimseler tarafından hukuksuz şekilde müdahale edilmiş ve hatta el konulmuş olmasıdır.

Kendisini ilme ve ibadete adamış halde, insanları meşgul eden gündelik meşgale ve kavgalardan uzak bir hayat yaşayan, sakin mizaçlı bir âlim olan Nevevî’nin hayatındaki en çarpıcı hususlardan biri ise, bu yaşayış biçiminden ve sakin karakterinden beklenmeyen birşeyi de yapmasıdır. Makam ve mansıptan uzak duran, devrin en yüksek medreselerinde maaşa tenezzül etmeden ders veren, mümkün mertebe tartışma ortamlarından kaçınan Nevevî, iş dinin ölçülerinin ve insanların hukukunun korunmasına gelince bundan geri durmamış, sultanlara yanlışlarını söylemiş ve doğru olan ne ise onu yapmaya kesin biçimde davet etmiştir.

Çünkü ona göre, ilim kitapta kalmamalı, hayata da yansımalıdır. İşte bu noktada, ‘nasihat’ ve ‘marufu emr, münkerden nehy’ de ilmin amele dönüşmesinin tezahürleri arasındadır. “Din nasihattir” hadisi, Nevevî’nin hayatını en ziyade biçimlendiren hadislerden biridir. Ona göre bu hadis, ‘medâr-ı İslâm’ olan, yani bütün İslamî esas ve hükümlerin ekseni niteliğini taşıyan hadisler arasındadır. Bu hadiste zikredilen beş muhataptan biri olan ‘mü’minlerin önderleri’ sınıfına âlimlerin de muhakkak girdiğini düşündüğünden, Nevevî nasihati kendisi için bir mesuliyet olarak görür. Bu ‘nasihat’ın kapsama alanına ise yalnızca halk değil, yöneticiler de girmektedir. Öyleyse, ‘hak üzere onlara yardımcı olmak ve hak sayılan yerlerde kendilerine itaat etmek’ kadar, ‘onlara uyarı ve hatırlatmada bulunmak, ihlal ettikleri kul haklarını onlara bildirmek, sahici olmayan övgülerle kendilerini aldatmamak’ da “Din nasihattır” hadisinin uygulama kapsamındadır.

Nasihat hadisini kendisine şiar edindiği için, Nevevî farklı zamanlarda farklı sebeplerle devrin idarecileriyle gerilim yaşar. Özellikle Memlûk sultanı Baybars’ın saltanat yıllarında birçok hadisede ya doğrudan sultanla veya Şam’daki mahallî idareciler ile karşı karşıya gelir. Çünkü Nevevî, genel olarak hayır ve minnetle andığı Memlûk yöneticilerine gerektiğinde itiraz etmekten ve hukuka aykırı icraatları karşısında sesini yükseltmekten geri durmamıştır.

Nevevî, böyle bir durumda şikâyet ve taleplerini ilk adımda mektup yazarak dile getirir. İdarecilere yönelik ilk mektubunda, bizzat sultana hitap ederek, halk adına adalet ve merhamet talebinde bulunmuştur. Başa geçer geçmez dışarıda Moğol ve Haçlı tehlikesine karşı koymak üzere akınlar düzenlerken içeride de ayaklanmaları bastırarak huzur ve emniyeti temin etmek isteyen Sultan Baybars, askerlerin maaş ve ihtiyaçlarının karşılanması için halka yeni vergiler yükler. Nevevî ise sultandan, halka adaletle muamelede bulunmasını ve bu ağır vergileri kaldırmasını ister. Onun bizzat kaleme aldığı bu mektubu, Şam’daki önde gelen başka bazı âlimler de imzalarlar. Mektupta, o yıl yaşanan kuraklık sebebiyle hasadın düşüp ürünlerin azaldığı ve buna bağlı olarak fiyatların yükseldiği belirtilmekte, sultanın halka şefkatle muamelede bulunması talep edilmekte, mektubun yazılış gerekçesi olarak da ‘nasihat’ gösterilmektedir. Zira, hadiste belirtildiği gibi, “Din nasihattir.” Mektup, ilgili bazı âyetlere işarette bulunarak, sultanı mûcebince amel etmeye davet etmektedir.

Mektubu okuyan Baybars, beklenmedik bir tepki verir ve oldukça sert ifadeler içeren bir cevabî mektup gönderir. Nevevî’nin sultana gönderdiği ikinci mektuptaki cümlelerden anlaşıldığına göre, Baybars, emîrler olarak cihadı yürüttüklerini ve savaşların doğurduğu masrafların karşılanabilmesi için bu vergileri koyduğunu söyler; cihadın ümeraya mahsus bir farz olmadığını ve halkın da bu vergileri ödeyerek kendilerine destek olması gerektiğini belirtir. Ayrıca şehir Moğollar elinde olduğu sürece yönetici zümreye bu tür bir tepki gösterilmezken kendisine neden bu uyarının yapıldığını sorar ve âdeta, “Kâfir yöneticilere karşı sesiniz çıkmıyordu, bize mi itiraz ediyorsunuz?” diyerek ağır ve incitici ifadeler kullanır. Dahası hem halkı hem de mektubu imzalayan âlimleri tehdit ettikten sonra, kendisinin vazifesini yerine getirdiğini, yönettiği topraklara düzen getirip cihadı sürdürdüğünü belirtir.

Nevevî, nezaketli bir üslupla kaleme aldığı mektubu dikkate almayan, bilakis sert ve tehditkâr bir cevap veren sultana, ikinci bir mektupla mukabele edecektir. Bu ikinci mektubun başında “Allah’ın kulu Yahyâ en-Nevâvî’den” diyerek kendisini oldukça mütevazı bir şekilde takdim etmesine karşılık, devamında mektup Baybars’tan gelen tehditkâr mektuba cevap niteliğinde ağır ve sert ifadeler içermektedir. Nevevî, sultanın ‘inkâr, tehdit ve azarlama’ içeren mektubundan, kendisinin hukuka aykırı davranacağının anlaşıldığını söyler. Buna karşılık kendisi, Allah’ın kendilerinden aldığı sözün gereğini yerine getirmek adına bu mektubu yazmıştır. Sultanın maiyetinde hazır tuttuğu düzenli bir orduya sahip olduğunu belirterek, ordu mensuplarının yaptıkları iş karşılığında maaş aldıklarını, yani profesyonel bir mesleğe dönüşen askerlik faaliyetini yürütmekle memur olduklarını; ve beytülmalde paranın yanısıra eşya, arazi ve çiftlik gibi satılıp nakde dönüştürülebilecek mallar bulunduğu sürece bu maaşa ilaveten halktan ilave taleplerde bulunulmasının caiz olmadığını savunur. Hazine mamur olduğu sürece halktan ilave taleplerde bulunulmaması ve cihadın şer‘î hükümlere uygun surette yürütülmesi gerektiğini dile getirir.

Nevevî, bu ikinci mektubun sonlarında yazdıklarının nasihat olarak telakki edilmesi gerektiğini tekrar hatırlatır ve sultanı dinî hükümlere tâbi olan ve Hz. Peygamber’e muhabbet duyan birisi olarak bildikleri için bunları yazdıklarını belirtir. Böylece, Baybars’ın kendilerine yönelik ikinci tenkidine, gayrimüslim yöneticilerle müslüman idareciler arasında ayrıma giderek cevap verir. “Müslüman ve iman ehli melikler, nasıl olur da azgın kâfirlerle mukayese edilebilir?” der. İslam’ın hiçbir esasına inanmayan bir güruha ne, nasıl hatırlatabilir, hangi ilkeye dayanarak nasihatte bulunulabilir?

Baybars’ın kendilerini tehdit etmesi ise, ‘âdil ve halîm’ bir sultandan beklenecek bir davranış değildir. İyiniyetle hareket eden bir grup âlimin yazdığı mektuptan ötürü halkın cezalandırılması ise açıkça adalete aykırıdır. Nevevî’nin daha sonra kendi adına kurduğu cümleler çok çarpıcıdır:


“Bana gelince; ne tehdit, ne de daha ilerisi bana zarar verebilir. Bu tehditler beni sultana nasihatte bulunmaktan alıkoyamaz; zira ben nasihatin hem kendim hem de başkaları üzerine vâcip olduğuna inanırım. Vâcip yerine getirildiğinde Allah katında hayır ve ziyade doğacaktır: ‘Kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir,’ ‘Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah kullarını hakkıyla görendir.’ Resûlullah bize her hâlükârda doğruyu söylememizi ve Allah hakkı sözkonusu ise ayıplayanın ayıplamasından korkmamamızı emretmiştir. Biz sultanın üstün icraatlara ve mükemmel hallere nail olmasını, dünyada ve ahirette faydasına olacak işleri yapmasını, yaptıklarının hayırların devamına vesile olmasını, bu sayede ilerleyen zamanlarda da güzel bir şekilde anılmasını ve takip ettiği güzel yollarla ölümsüzleşmesini ve bunlardan fayda görmesini dileriz: ‘O gün herkes yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacak.’”


Nevevî’nin Baybars ile karşı karşıya geldiği bir diğer hadise, sultanın Şam ve civarındaki emlâk üzerinde birtakım tasarruflarda bulunmak istemesi üzerine yaşananlardır. Baybars, beytülmalin ihtiyaçlarının karşılanması ve özellikle savaş giderlerinin finanse edilebilmesi için Şam’ın Gûta bölgesini müsadere etmek istemiştir. Şam’ın etrafını çevreleyen verimli arazilerden oluşan Gûta, şehir ve bölge halkı için en önemli geçim kaynağıdır. Hükümdarlığı süresince Moğollar ve Haçlılarla savaşan Baybars Moğolları mağlup ettiği bir seferin akabinde Şam’a geldiğinde, beytülmal vekâletine atanmış bulunan Hanefî bir memur, kendisine 1260 senesinde yaşanan Moğol işgalinden ötürü şehirdeki arazilerin hukukî statüsünün değiştiğini söylemiştir. Moğollar şehri işgal edince, güya ‘Hanefî fıkhı’na göre bu toprakların yeni sahipleri olarak mülkiyet tesis etmişler ve araziler üzerindeki eski mülkiyet hakları son bulmuştur. Dolayısıyla, Memlûk sultanı Baybars da şehri Moğollardan aldığı için arazilerin yeni sahibi olmuştur. Yani işgalden kurtarılan bölgelerdeki bağ bahçe, bostan ve tarım arazileri devletin mülküdür ve hâlihazırda buraları kullanan kişilerin zilyetlikleri hukukî bir dayanaktan yoksundur. O halde sultan isterse gâsıp konumundaki bu kişileri arazilerden uzaklaştırabilir ve arazilerin yönetimini beytülmale devredebilir. Sözümona fıkhî bir kılıfa büründürülen bu öneriyi dikkate alan Baybars, bir ferman yayınlayarak sözkonusu arazileri kullanan kişilerin mülkiyet iddialarını belgelendirerek ispat etmelerini, aksi takdirde devlet adına buralara el konulacağını ilan eder. Telaşa kapılan Şam halkı âlimlerden yardım isteyince, birçok âlim bunun doğru olmadığını söyleyerek itirazlarını dile getirirler.

İtirazını yükselten isimlerden biri de Nevevî’dir. Yine sultana hitaben bir mektup kaleme alır, mektubunun yine ‘nasihat’ görevini yerine getirme gayesi taşıdığını ve sultanın hukuka aykırı hareket ettiğinde uyarılmasının da nasihat kapsamında olduğunu söyler. İlk hadise sırasında kaleme aldığı mektuplardaki ‘halka adalet ve insafla muamelede bulunma’ hususunu bu mektupta da dile getirir. İnsanların ispatla yükümlü olmadıkları birşeyi ispata zorlandığını, bu şekilde özel mülke el koymanın hiçbir âlim tarafından doğru bulunmadığını söyler. İlgili hadise atıfla, sultanı kötü bir çığır açmaktan uzak durma konusunda özellikle uyarır.

Nevevî’nin mektubunu okuyan Baybars’ın bu satırları yazan kişinin ‘cür’eti’ karşısında şaşırıp öfkelendiği ve bu adamın aldığı maaşın kesilsin, deruhte ettiği bütün mansıplardan azledilsin diye emir verdiği nakledilir. Ancak ‘makam ve maaş’ üzerinden Nevevî’ye güya haddini bildirmek ve susturmak düşüncesinde olan sultana, bu emrini uygulamaya koymanın mümkün olmadığı söylenir. Çünkü Nevevî devletten maaş almamaktadır ve zaten hiçbir mansıbı kabul etmemiştir!

Bir süre sonra, mektubunun dikkate alınmadığını ve icraatta herhangi bir değişikliğe gidilmediğini gören Nevevî, bu hususlara Baybars’a bizzat söylemek üzere yola koyulur. Sultanın karşısında etkili bir konuşma yaparak, onu sözkonusu hukuksuz icraattan vazgeçirir ve Baybars’ın yayınladığı ferman henüz uygulanmadan iptal edilir. Nevevî’yi cezalandırmak isteyen öfke dolu Baybars’ın bu görüşmeden oldukça etkilendiği ve kendisine hürmet edip muhabbet duyar hale geldiği de nakledilmektedir.

Talebeleri, bu olaylar zincirini başlatan hadisede bir fakihin sözümona ‘fıkha dayanarak’ halkın malına el koyma aklını sultana nasıl verebildiğini kendisine sorduklarında, Nevevî onlara şu cevabı vermiştir: “Dindarâne bir idrak ve ameli beraberinde getirmeyen fıkıh bilgisi, eşkıyaya verilmiş kılıç gibidir.”

Nevevî’yi sultanla karşı karşıya getiren bir diğer hadise, sultanın kimi icraatları için ulemadan fetva isteyişidir. Baybars, Moğollarla yürüttüğü mücadele esnasında ihtiyaç duyulduğu hallerde halkın mallarına el konulmasına imkân veren bir fetva isteyince Şam’da ciddi bir kargaşa yaşanmış, maalesef birçok âlim bu talebe müspet cevap verirken, böyle bir tasarruf caiz olmadığı için fetva vermekten sakınan âlimler ise takibata maruz kalmıştır. Sultanın talebi doğrultusunda fetva vermeyen âlimlerden biri Nevevî’dir. Kendisine bunun sebebi sorulunca, Baybars’a kendi geçmişini hatırlatarak cevap verir. Onun vaktiyle Emîr Bundukdâr’ın kölesi olduğu için mala mülke sahip olmadığını, Allah’ın ihsanıyla bugünlere geldiğini ve hâlihazırda ciddi bir servete sahip olduğunu, saraylarda yaşadığını söyler. Eğer Baybars bütün servetini, saray ve köşklerini satıp harcar ve yine de beytülmalin cihadla ilgili ihtiyaçları karşılanamazsa, ancak o takdirde onun istediği yönde fetva verebilecektir.

Baybars’ın savaşlar ve fetihlerde elde edilen ganimetlerin taksimi esnasındaki icraatı ve bu konuda âlimlerden kendisini destekleyen bir fetva isteyişi, Nevevî ile sultanı karşı karşıya getiren bir diğer hadisedir. Ganimetleri naslarla uyumlu gözükmeyen bir usulle taksim eden sultan, muhtemelen bir ikaz üzerine âlimlerden fetva istediğinde, Nevevî’nin de hocalarından olan Fezârî sultanın icraatını destekleyen bir fetva verir. Buna karşılık Nevevî, hocasının fetvasının hem naslara hem de Şâfiî mezhebinin fetvâ için tercih edilen görüşüne aykırı olduğunu savunan bir metin kaleme alarak, sultanı Hz. Peygamber’in sünnetine uygun şekilde ganimetleri taksim etmeye çağırır.

Nevevî’yi Baybars’a hitaben mektup yazmaya iten bir diğer gelişme, sultanın ulemayı oldukça rahatsız eden bir icraatıdır. Baybars, muhtemelen ulema üzerinde daha etkili hale gelebilmek için fakihlerin aynı anda birden fazla medresede görev almasını yasaklayan bir ferman yayınlar. Nevevî makam mansıp peşinde koşan biri olmamasına ve deruhte ettiği vazifeler karşılığında herhangi bir ücret kabul etmemesine rağmen, ulemanın geçim bakımından bir sıkıntı yaşamaması adına sultana bir mektup yazar.

Görüldüğü gibi, Nevevî’nin bu örnekliği, âlimlerin ‘nasihat’ ve ‘mârufu emr, münkeri nehy’ görevlerini nasıl yerine getireceğinin fiilî bir cevabını sunuyor.

Dileriz bu örneklik bugünün âlimlerine de ders olur ve ‘nasihat’ı sadece avâma yapmaz, yetki ve sorumluluk sahibi yöneticilere karşı da böyle bir görevleri olduğunu onlar da hatırlarlar...


(Not: Bu yazıda aktarılan bilgiler, İSAM Yayınları arasında Mayıs 2022’de yayınlanan İslam İlim Geleneğinde Nevevî başlıklı 1054 sayfalık hacimli eserden derlenmiştir.)


Son Yazılar

Hepsini Gör

TEMMUZ YORGUNLUĞU

Murat Kuru Travma, bir insanın insana, hayata ve kâinata dair kabul, inanç ve güveninin sarsıldığı, ayaklarını bastığı zeminin kaydığı, yerini ve yönünü bilmek ya da bulmak için dayanacağı sabitelerin

bottom of page