top of page

TEMMUZ YORGUNLUĞU

Murat Kuru


Travma, bir insanın insana, hayata ve kâinata dair kabul, inanç ve güveninin sarsıldığı, ayaklarını bastığı zeminin kaydığı, yerini ve yönünü bilmek ya da bulmak için dayanacağı sabitelerin kaybolduğu her türlü durumu ifade eder. Güvendiğiniz insanların size zarar vermeyeceğine, inandığınız topluluğun-grubun-kurumun sizi aldatmayacağına, ayağınızı bastığınız zeminin kaymayacağına ve sarsılmayacağına, gökyüzünden yağmur ve rahmetten başka birşey inmeyeceğine inanmaktasınızdır. Derken, beklenmedik bir şey olur (veya bekleniyordur, ama siz görememiş, farkedememiş ya da gerçekliğe gözlerinizi kapamışsınızdır) ve bütün öngörülerinizde yanıldığınızı görürsünüz. Artık dünya öngörülemez bir yerdir. Kime güveneceğinizi, neye inanacağınızı, ayaklarınızı hangi güvenli zemine basacağınızı (tabiî, hâlâ varsa) bilemezsiniz. Sersemlemiş ve sarsılmış bir halde, yola nasıl devam edeceğinizin şaşkınlığı içinde kalakalırsınız.


Türkiye uzunca bir süre her türlü insanî ve vicdanî değeri kullanan, bu değerleri kendi gayrimeşru hedef ve amaçlarına perde yapan, artık kendisinden ‘FETÖ’ olarak bahsedilen bir yapının kötülüklerinin, zalimliklerinin hedefi oldu. Hedeflerine ulaşmak için her türlü adaletsizliği, hukuksuzluğu, tuzağı, kötülüğü, fenalığı yapmaktan çekinmeyen dar ve mahrem bir yönetici takımı, bu takımın yönettiği ve yönlendirdiği son derece katı ve hiyerarşik alt yapılanma ve en sonunda bütün bunlardan habersiz şekilde iyilik ve güzellik niyetinde olan, elden geldiğince hayra, sevaba, iyiliğe katkı sunduğunu düşünerek çaba göstermiş en alt ibadet tabakası... Dar ve mahrem beyin-suç takımının çoktan kaçtığı, daha az suçlu ve sorumlu olanlarının tüm suç, ceza ve cefayı çektiği, en alt tabakanın ise hâlâ olan biteni anlamaya çalıştığı bir zeminde, deyim yerindeyse ‘Temmuz yorgunluğu’ yaşanıyor.


Yapılan iyilik ve hayra katkı sunmak istemiş, bu uğurda hayatından, zamanından, ailesinden, malından fedakârlık yapmış; bir suça bulaşmamış, yapılan kötülük, hukuksuzluk ve zulümlerden habersiz, eğer haberi olsaydı bunları asla kabul ve tasvip etmeyecek olan, sayısını bilmediğimiz ama var olduklarından haberdar olduğumuz bir toplum kesimi var. Artık iyiliğe ve hayra inancını kaybetmiş ya da kaybetmek üzere olan bu insanlar kendilerini hareketsiz, amaçsız ve gayesiz bırakan bir Temmuz yorgunluğu içindeler. İyiniyetlerinin, imkânlarının ve emeklerinin ne büyük kötülükler için kullanıldığını gören, aldatılma ve ihanetin öfkesini yaşayan ve sindirmeye çalışan, kendinden öte bir yol, kendinden yüce bir amacın olup olmadığının şüphesini yaşamaya başlayan insanlar. Büyük bir resmin içinde kendi renkleriyle var olmak isterken, tüm renklerin solduğu ve soldurulduğu bir yapının renksizliğinde kaybolmanın şokunu atlatmaya çalışıyorlar.


İhanetin travmasını yaşadığınızda hayata ve inandığınız değerlere karşı kabulleriniz sarsılır. Tekrar güvenip inanacağınız, uğruna yaşayacağınız bir hakikatin olup olmadığının sorgulaması ve şüpheler beyninizi kemirir. Üzerinde mutlu mesut ve huzur içinde yaşadığınız dünya yıkılmış, yerine daha sahici ve gerçekçi bir dünya kurup kuramayacağınız ise şüphelidir. Bunların yanında bir de o örgütle hiç ilişkiniz, bağınız ve bağlantınız yokken zulme ve haksızlığa uğramışsanız, hayat iki kat zorlaşır. Şimdi ne olacaktır? Hayata tekrar nasıl tutunulacaktır? Kolay yol yoktur. Ama yolu kolaylaştırabilecek imkânlar var olabilir. Zulüm ve haksızlığa uğramışların, aldatılmışların seslerinin duyulabildiği, yüzlerinin görülebildiği kamusal ortamlar elzemdir. Ve adalet şifa için olmazsa olmazdır. Yapanın yaptığının yanına kâr kalmadığı, haksızlıkların ve mağduriyetlerin giderildiği bir ortamın görülmesi, havasının solunması çaresizliği azaltacak, umutları arttıracaktır.


Bir de bu örgütün kullanmaya çalıştığı insanlar kadar, bu örgütü çıkarlarına ve menfaatlerine aracı kılmak isteyen, dünya yansa yumurtasını pişirmeye çalışan tıynette insanlar da vardı. Kendinden, kendi ikbal, çıkar ve kazancından başkasını düşünmeyen bu insanlar için tek amaç menfaat pastasından en büyük payı alabilmektir. Bu niyetle her türlü kötülüğe yardımcı, en büyük zulümlere destekçi, hukukun ayaklar altına alınmasına alkışçı olurlar. İş hesap vermeye geldiğinde ise bu insanlar en ateşli hesap sorucular olarak ortaya çıkar. Kendileri dışında herkesin temizlenecek lekesi, verilecek hesabı, tövbe edilecek günahı vardır. Bir kez daha görürüz ki, en büyük vatansever, milliyetçi ve mukaddesatçı şövalyeliğine soyunanlar en büyük ihanetlerin içinde olanlardır. Ve bunda bugün için de akıl ve feraset sahipleri için dersler vardır.


Bütün bunlarla beraber travmadan öğrenerek, yorgunluktan yenilenerek ve dinlenmiş olarak çıkmak da mümkün. Zamanın ve gerçekliğin sınamasından geçememiş inanç ve öngörülerimizi düzeltip değiştirebiliriz. Sadece iyi değil, aynı zamanda uyanık ve feraset sahibi de olmamız, aklımızı ve hayatımızı kimseye emanet etmememiz, kimseyi projemizin parçası ve nesnesi yapmamak kadar kimsenin de projesinin parçası ve nesnesi olmamaya dikkat etmemiz, hiçbir savaşın kurşun askeri olmamamız, Allah’ın bize en büyük lütuf ve nimetlerinden biri olan irade ve tercih hakkımızı kimseye devretmememiz gibi hayati hakikatleri acı verici fakat bir o kadar da derinden, kalıcı ve yaşayarak öğrenmiş olabiliriz. Hayatın bütün renklerden oluşan bir büyük resim olduğunu, asıl güzelliğini ve kemalini bütün renklerle birlikte bulduğunu, sadece kendi rengimizle boyamaya kalktığımızda ortaya resim değil bütün renklerin solduğu bir renksizlik tablosunun ortaya çıktığını görerek öğrenmek az şey değildir. Hayrın, iyiliğin, güzelliğin varılması gereken bir nokta değil de yürünmeyi gereken bir yol olduğunu, yolda oldukça umudun da daim olduğunu, çıkmaz sokakta geri adım atmanın aslında ilerlemek olduğunu fark ettiğimizde, yorgunluktan payımıza düşenler şükür vesilemiz olabilir. Yorgunluğumuzu, hüznümüzü sevebilir ve ondan çok şey de öğrenebiliriz.


Şairin dediği gibi:

hayat zamanda iz bırakmaz

bir boşluğa düşersin bir boşluktan

birikip yeniden sıçramak için

elde var hüzün.


bottom of page