top of page

NEREYE KADAR HAYVAN HAKKI?

HİLMİ KARACA

Aynı zemine bastığımız, aynı havayı teneffüs ettiğimiz, aynı kaynaklarla hayatlarımızı devam ettirdiğimiz, yeri geldiğinde evimizi barkımızı koruyup kollayan, yeri geldiğinde aynı hanede yoldaşlarımız olan, yeri geldiğinde ise ibadetimizin vesilesi olan hayvanlar, dostlarımız, vasıtalarımız… Hayatı bu derece ortak yaşadığımız canlılar olan hayvanlara ne kadar değer verdiğimiz ise ancak ve ancak onlara tanıdığımız yaşam(a) alanı, diğer bir deyişle haklar kadardır.

Halihazırda bu canlı varlıklara tanıyabildiğimiz hakların gerek bu zamana kadar tanıma noktasında ortaya konulan anlamı ve dayanağı olmayan çekinceler, gerek tanınan hakların çok sınırlı ve dar bir düzlemde olması, gerekse de yeteri kadar uygulanamaması sebebiyle ideal noktada olmadığı maalesef apaçıktır.

Bu canlılar çok farklı eziyet ve kötü muamelelere muhatap olup gündemimize geçici olarak oturduktan sonra, sisin dağılışının fark edilmeyişi gibi ne yazık ki dağılıp gündemimizden çıkmaktadır. Tekrar yeni bir eziyetle gündeme gelinceye kadar da maalesef akıllarda kalıcı bir yer etmemekte. Bu halin başlıca sebepleri ise vicdanlarda hayvana verilen değer ile yasal düzenlemelerin yetersizliği ve birçok düzenlemenin uygulamada kendine yer bulamamasıdır.

Hayvan hakları fikrî düzlemde çok eski dönemlere dayanmakla birlikte, yasalar dahilinde kendine bir düzenleme bulması çok yenidir. Yerel yasaları ilk başta hariç tutarsak, uluslararası hukuk nezdinde ilk defa ondört maddeden ibaret olan 15 Ekim 1978 tarihli Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi ile düzenlemeler dahiline girmiştir. Bu dahi ne yazık ki yüzyıllardır biz insanlarla ortak hayatı paylaşan ve hatta bir nevi insana hizmet de eden hayvanlara yeteri kadar değer verilmediğini göstermektedir.

Hayvanların da bir ‘hakkı’nın olduğu konusu, küresel çapta ancak tarihin seyri dahilinde henüz yeni sayılabilecek bir dönem olan 1800’lü yıllarda gündeme gelmiş ve devletler nezdinde farklı dönemlerde yasal mevzuatları içinde kendine yer edinmiştir. Günümüze gelene kadar farklı ülkelerin iç hukuklarına bakıldığında İngiltere, Almanya ve Fransa gibi devletlerde 1850’lerden, Amerika’da 1960’dan itibaren hayvan haklarına ilişkin kanuni düzenlemeler olduğu görülmektedir.

Türkiye özelinde hayvan hakları tarihine bakıldığında ise Türk Ceza Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu içerisinde çeşitli düzenlemeler olmakla birlikte özellikle hayvan haklarına ilişkin ilk yasal düzenleme 24 Haziran 2004 tarihinde kabul edilerek 1 Temmuz 2004 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Hayvanları Koruma Kanunudur. Bu kanunun amacı hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ızdırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak olarak ifade edilmiştir. Bununla birlikte, ilk atılan yasal adım 2003 yılında Avrupa Birliğine uyum sürecinde Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Sözleşme’ye taraf olmak suretiyle gerçekleşmiş durumdadır.

Türkiye’de yasal düzenlemeler her ne kadar çok yeni olsa da hayvanların korunmasına ilişkin olarak kurulmuş dernekler Cumhuriyetin kuruluş tarihine tekabül etmektedir. Türkiye’yi anlatırken evveliyatı olan Osmanlı’ya değinmeden geçmek doğru olmayacaktır. Bilindiği üzere Osmanlı devletinin ilk dönemlerinden beri hayvanların beslenmesi, barınması ve korunması için vakıflar kurulmuştur. Dünyadaki ilk hayvan hastanesi olarak da nitelendirilen ve sakat yahut hasta olup göç edemeyen leyleklere tahsis edilmiş bulunan Gurabahane-i Laklakan da yine Osmanlı döneminde kurulmuştur. Osmanlı Dönemi yasal düzenlemeleri içerisinde de hayvan haklarının korunmasına yönelik hükümler yer almaktadır.

Dünya genelinde zamanla gelişmekte olan hayvan haklarına ilişkin yasal düzenlemeler kimi ülkelerde çok ciddi ve katı ve sistemli halde iken kimisinde tam tersi durumda olsa da, geçmiş dönemlere kıyas edildiğinde çok ciddi gelişmeler kaydedilmiş bulunuyor. Ancak yasal düzenlemelerin çoğuna bakıldığında görülen o ki, hayvanların menfaatleri insanların menfaatlerine uygun düştüğü ölçüde korunmaktadır. Öncelikli olarak korunan ve yasalara konu olan hayvanların ev, süs ve sokak hayvanları ile av ve yaban hayvanları olduğu görülmektedir. Yani esasen insan, gözü önündeki, bir de doğal dengenin bozulmamasına yönelik kaygı duyduğu hayvanları koruma gayreti içerisinde. Fakat bilimsel deneylerde ve kozmetik ürünlerin üretilmesi gibi alanlarda kullanılan tavşan, kurbağa, fare gibi laboratuvar ve ‘endüstri’ hayvanları ile tavuk, hindi, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar gibi çiftlik hayvanları için aynı koruma sağlan(a)mamaktadır. Bu hayvanlar kâr dürtüsüyle yaratılışları ile bağdaşmayan bir şekilde yaşam sürmeye mahkûm, acı ve eziyet çekmeye maruz bırakılıyorlar.

Her ne kadar pozitif hukuk nezdinde bu kadar geç bir zamanda gerçekleşen girişime rağmen, İslam’ın ilk yıllarına gittiğimizde hayvanların haklarının çok farklı şekillerde gündeme geldiğini görüyoruz. Hadislerle bize ulaştığı üzere, hayvanların da eziyet görmeden yaşamaya hakları olduğunun çok inceliklerle Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından ifade edilmiş bulunuyor. Böylece, en başta hayvanların ilahi bir emanet olduğunun hatırlatılmasıyla hayvan ile insanın yaşam içerisindeki ilişkisi ortaya konulmuştur. Hayvanlar, insanın faydası ve menfaati için yaratılmış varlıklardır. İlahi emanet vurgusu da dikkate alındığında, bu canlı varlıklara olan muhatabiyetin ince ve hassas ölçülere tâbi olması beklenir.

Hayvan haklarına ilişkin birçok hadis olduğu gibi, onların yaşama hakkına yönelik hadisler de epeyce yekûn tutuyor. Hayvanların sebepsizce ve keyfi olarak öldürülmemesi, eğlence maksadıyla avcılık yapılmaması, karıncaların yuvalarının yakınına ateş yakılmaması, yolculuk esnasında hayvanların geçişine engel olacak şekilde konaklama yapılmaması ile ilgili hadisler hayvanların yaşama hakkına yönelik hadislerdendir.

Ancak nakledilen hadisler sadece yaşama hakkıyla sınırlı değildir. Hadisler içerisinde en çok dikkatimizi çeken hususlardan biri hayvanların hissedebilen canlılar olduğuna yönelik atıflardır. Hayvanın sütünün sağılırken tırnağın kesik olması, hayvana fazla yükün yüklenmemesi, hayvan eğitiminde tatlı ve yumuşak davranılıp dövülmemesi, lânetlenmemesi, kuş yuvalarının bozulmaması, yumurta ve yavruların anneden alınmaması, fıtri vazifelerine muvafık kullanılmaları gibi hadisler açıkça hayvanların da ‘hissettiğine’ işaret etmektedir. Hayvanların hissettiğine yönelik bu kadar vurgu ile birlikte onlara merhametle davranılması gerektiği de özellikle belirtilmiş ve aksi halde kıyamet günü şikâyete uğranılabileceği hatırlatılmıştır.

Hayvanların ilahi emanet vasfının tek başına vicdanlarda onların yaşama haklarına ilişkin hassasiyet oluşturması gerekirken, birçok farklı hadis ile neredeyse her olay özelinde bu hususta ikazlarda bulunulmuştur. Peygamber Efendimiz hayvanların burun temizliğinden yavrunun yiyecek hakkına kadar birçok hususa yönelik uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bu uyarı ve tavsiyeler sadece evcil yahut doğrudan etinden, sütünden ve gücünden faydalanılan hayvanlarla da sınırlı değildir. Meselâ yeraltı deliklerine ve seyahat halinde iken yola ihtiyaç giderilmemesi gerektiği, zira o yerlerin yılan ve vahşi hayvanların yuvaları ve geçidi olduğu ifade edilmiştir. Bu hadisten de açıkça anlaşılacağı üzere insanın hayvan haklarına ilişkin hassasiyetinin evcil yahut yabani ayırt etmeden hepsine yönelik olması gerekmektedir.

Günümüzden 1400 yıl öncesinde hayvanlarla kurulan bu ilişki insaniyet gereğidir. O nispette de, her hâle yönelik biçimde hayatın içinde farklı farklı hadislere konu olmuştur.

Peki yasal düzenlemeler bir yana, biz müslüman bireyler olarak hayvanları hangi konumda tutuyoruz? En basitinden her gün kahvaltıda soframıza yumurtası gelen tavukların hangi koşullarda yumurtladığına, hangi şartlarda yaşadığına bakıyor muyuz? “Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, azap üzerinize sel gibi gelirdi” hadisi bir yanda dururken, kafeslerde gün yüzü gösterilmeden ve hareket dahi ettirilmeden beslenip büyütülen tavukların yumurtası ve eti soframızda nasıl yer bulmakta ve buna itiraz edenlerin sesi neden bu kadar kısık? Yine bu ve diğer nice hadis bir yanda dururken, VR gözlükleri ineklere takarak sahte mera görüntüleriyle sütü ve verimi arttırmak nereye düşmektedir? Yahut Sibirya kurdunu Antalya’nın sıcağında apartman dairesinde yaşatmak hangi hayvan sevgisi veya hayvan hakkı ile açıklanabilir?

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, mevcut kanuni düzenlemeler, geçmişe göre ne kadar gelişmiş olsa da, peygamberî hassasiyetin yakınından dahi geçmemekte. Dileğimiz ve duamız o ki, hayvanların da yaratılmışlığı itibarıyla hukukunun ve birer emanet olarak ehemmiyetinin idrakine varabilelim.


bottom of page