top of page

Kum Gibi…

MUSTAFA SAİD İŞERİ


Muhteşem bir gökadanın muhteşem bir gezegen sisteminde harikulade bir gezegende var edildik. Bu gezegende ise benzersiz bir coğrafyanın eşsiz bir mekânında hayatımızı sürdürmek istiyoruz. Cezbedici bir şehrin huzurlu bir mahallesinde estetik ve şirin bir evde oturmak birçoğumuzun hayallerini süslüyor. Ancak güzel coğrafyamızın ne şehirleri, ne de evleri güzel ve estetik. Beton yığınları arasında sıkışmış bir hayat sürmeye mahkûm olmuşuz.

Günümüz medeniyeti ve şehir hayatı kumun istilası altında. Binalardan yollara, camdan bilgisayar çiplerine kadar birçok şey kumdan imal ediliyor. Kum günlük hayatımızın vazgeçilmez hammaddesi haline gelmiş. Hayatımızın kum üzerine kurulu olduğu söylenirse yanlış olmayacak. Dünyada sudan sonra en fazla (yıllık tahmini 40-50 milyar ton) tüketilen kaynak kumdur. Lakin cömertçe ihsan edilen tüm nimetler gibi kum da kıymeti takdir edilmeyen metalar arasında yer alıyor.

Kum ucuzdur, boldur ve asla tükenmeyeceği zannedilir. Zira gökyüzündeki yıldızlar gibi, yeryüzünde çok sayıda kum taneciği vardır. Başka bir ifadeyle yeryüzünün kumları misali gökyüzünde çok sayıda yıldız yaratılmıştır. Bu sebeple çokluk kavramı en iyi yıldız ve kum benzetmeleriyle ifade edilir.


Aslında kum kelimesi bir hammadde olmanın ötesinde partikül büyüklüğünü ifade eder. Kum (0,0625-2 mm) çakıldan daha küçük ve siltten de daha büyük parçacıktır. Yeryüzündeki kumların büyük bir kısmı uzun yıllar boyunca parçalanan kaya ve minerallerin bir akıntı neticesinde birikmesiyle oluşur. Ancak farklı tarzlarda oluşan kumlar da vardır. Mesela tropik adaların sahil kumları aslında birer mezarlıktır. Bu kumlar deniz canlılarının kabuk ve iskeletlerinin parçalarından meydana gelmiştir. Hawaii plajlarının beyaz kumu ise papağan balıklarının dışkısından başka bir şey değildir.


Kuma daha yakından bakıldığında, küçük bir gezegen olduğu görülür. Max Planck Deniz Mikrobiyolojisi Enstitüsü araştırmacılarına göre, her bir kum tanesinde yüzbinlerce bakteri yaşıyor. Bu bakteriler bilindiği kadarıyla deniz suyundaki nitrojen ile karbonun işlenmesinde görev alarak, devasa biyokatalitik süzgeçlerin kalifiye işçileri oluyorlar.


Kum tanelerinin her birinin özene bezene yaratıldığını ise Dr. Gary Greenberg’in çalışmaları ile daha iyi anlıyoruz. Greenberg kendi geliştirdiği yüksek çözünürlüklü üç boyutlu ışık mikroskobuyla algımızın ötesindeki dünyaların muhteşem manzaralarını keşfetmemizi sağlıyor. Greenberg için meşgul olduğu sanat, tabiatı daha derinden kucaklayabileceği bir kapı olmaktadır.


Dr. Greenberg mikroskobunu kum taneleri, çiçekler ve yiyecekler gibi sıradan olduğu düşünülen nesnelere odaklıyor. Bu nesneler yüzlerce kez büyütüldüklerinde yeni bir gerçeklik kazanıyor, varlıklarının gizli ve gizemli boyutları açığa çıkıyor. Bize algı eksikliğimiz ve sıradanlık (ülfet) perdesiyle örtülen nesnelerin aslında olağanüstü bir tarzda yaratıldığını fark ediyoruz. Greenberg’in kum tanecikleri çekimleri bir kumsalda ya da evimizin duvarlarında binlerce yıllık biyolojik ve jeolojik tarihin arkeolojisinin saklı olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.


Dr. Greenberg’e göre her kum tanesi keşfedilmeyi bekleyen eşsiz bir mücevherdir. Greenberg 2008’de A Grain of Sand: Nature’s Secret Wonder (Bir Kum Tanesi: Tabiatın Gizli Harikası) isimli kitabında bu mücevherden seçtiği örnekleri okuyucusuyla paylaşıyor. Kitap William Blake’in “Masumiyet Kehanetleri” başlıklı şiirinin ilk mısraıyla başlıyor. Blake bu şiirinde bir kum tanesinde bir dünyayı ve bir yaban çiçeğinde bir cenneti görmekten bahsediyor. Bilim ve sanat arasındaki çizgiyi silme arayışında olan Greenberg’in kuma atılmış ilahi imzayı keşfetmesiyle bunu bir nebze başardığı söylenebilir. Yazar kitabında kumların renk, şekil ve desenlerinin gizemli dünyasını farklı bölümlerde etkileyici fotoğraflar eşliğinde meraklısı ile paylaşıyor.


Dr. Greenberg iki arkadaşıyla birlikte 2015’te The Secrets of Sand: A Journey into the Amazing Microscopic World of Sand (Kumun Sırları: Kumun İnanılmaz Mikroskobik Dünyasına Yolculuk) isimli bir kitap daha yayımladı. Bu kitapta ise okuyucusunu Kuzey Amerika’nın dört bir köşesine götürerek heyecan verici bir kum turuna çıkarıyor.


Hasılıkelam, Vahid-i Ehad olan Allah’ın zerrelerden gökadalara her şeye vahidiyet ve ehadiyet mührünü vurduğuna, aklımızın eşlik ettiği sınırlı algılarımızla şahit oluyoruz. Anlıyoruz ki, her şeyin çok sayıda yaratılıyor olması kıymetsiz ve sanatsız var edildiği anlamına gelmiyor. Bu anlamda her bir kum tanesinin de çok sanatlı ve özene bezene yaratıldığına tanık olmak düşünen insana birçok mesaj iletiyor. En başta ise bir kum tanesini bile ihmal etmeyen bir Hâlık-ı Zülcelalin insana kıymet vermemesinin mümkün olmadığı dersini çıkarabiliriz.

Netice olarak ise, kumlar sayısınca yıldızları yaratan Halıkımızın her bir kum tanesini de küçük bir yıldız gibi sanatıyla yaldızlamasının manaları, hakikatleri ve hikmetleri sayısınca O’na tazim, tesbih ve hamd etmemiz gerekmiyor mu?


bottom of page