top of page

Güzel Ahlak ve Güzel Fikir

ABDÜLHAMİD KARAGİYİM

Çok bilgili, müthiş fikirlere sahip görünen kişiler halkın genel nazarında daha ehemmiyetlidir. Toplumsal kurtuluşun onlarda saklı olduğunu düşündüren umumi bir hava vardır. Ama güzel ahlaklı, fazilet timsali insanlar nedense ekseriyet nazarında daha az öneme sahiptir. “İyi bir insan, gerçekten değerli biri...” gibi birkaç basit iltifattan fazlasına lâyık görülmezler çoğu zaman. Hatta fikri önemserken ahlakı küçümseyip hor gören yaklaşımlara da şahit oluruz bazen.


Halbuki bence fikir güzelliğinden önce ahlak güzelliği gelir. Başka deyişle, güzel düşüncelerin üretimi için güzel ahlakın barındığı bir kalbe sahip olmak gerekir. Mesela aklına sadaka taşının icadı gelen zâtın merhamet dolu bir kalbe sahip olduğundan kim şüphe edebilir?

Güzel ahlak güzel fikri besler ve büyütür. Güzel fikir de güzel ahlakı sağlamlaştırır ve keskinleştirir. Yani aralarında çift taraflı bir ilişki vardır. Kalbin aklı beslemesi ve yönlendirmesi gibi, ahlak da fikri besler ve yönlendirir. Diğer yandan aklın getirdiği verilerle kalbin zenginleşmesi gibi, fikrin açtığı yeni pencerelerle de ahlak parlar ve zenginleşir.


Bu noktada ahlak ve fikir arasındaki denkleme üçüncü bir unsur eklenebilir: iman. Güzel ahlaktan da önce gelen birşey varsa, o da hakiki imandır. Vahyin ‘iman edenler ve amel-i sâlih işleyenler...’ vurgusundaki ısrarı da gösterir ki, herşeyin başı imandır. İman ahlakı, ahlak da fikri canlandırır. Öte yandan fikir ahlakı, ahlak da imanı daha güzel ve sağlam kılar. Üçü arasında böyle sıkı bir irtibat söz konusudur. Ancak ezbere ve yüzeysel değil tefekküre ve tahkike dayalı bir iman gerekmektedir. Geleneksel kabullerden oluşan taklidî iman mum ışığı gibidir ve her esintide titrer. Biraz kuvvetli üflenince de söner. Halbuki tahkikî iman sağlam delile dayanır ve kolay kolay sarsılmaz. Akıl, kalp, vicdan gibi duyularca tasdik edilmiş ve duygulara kadar sirayet etmiştir.


Ahlak ve fikir beraberliğine gelirsek, sağlam ahlak sahibi bir şahıs fikirlerini tüm mü’minlerin, hatta tüm insanlığın ihyası için sarfeder. Fikirleri nicelik ve nitelik olarak ziyadeleştikçe, ahlakı daha da yükselip fazilet-misal bir hal kesbeder. Ahlaktan fikre, fikirden ahlaka gidip gelen bir kemâlin yolcusu olur.

Ahlaksız bir şahsın fikirlerinin de çoğu zaman pek önemi yoktur. Hatta zararı vardır. Ancak ahlakı güzel olanlara güzel fikirler ilham olunur. Zira ahlak kalbi sağlam tutar. Sağlam kalpte sağlam duygular dolaşır. Böyle sağlamlaşmış bir iç dünyaya sahip insanın aklına da güzel fikirler gönderilir.


Mesela kalbi fedakârlık duygusuyla taşan biri dostlarının iyiliği için pek çok düşünce üretecektir. Ancak tam anlamıyla bencil bir insanın aklına çevresindekilerin iyiliğine dair pek bir fikir gelmeyecektir. Veya tevazu ve mahviyet sahibi bir insan hem Rabbine hem de kullarına haddini bilerek muhatap olurken, mütekebbir bir şahsın hem Yaratanına hem de kullarına karşı ukalâca tavırlar içine girmesi kuvvetle muhtemeldir.


Sözler’in Sekizinci Söz’ünde sağ yola giden kardeşin hâlet-i ruhiyesi anlatılırken kullanılan iki tertip de güzel ahlak ve güzel fikir arasındaki güçlü bağlantıyı ortaya koymaktadır:


(1) İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlaklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder. Kendi kendine ünsiyet eder.

(2) Güzel ahlâkı, ona güzel fikir vermiş ve güzel fikir ise ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor.


Yıllar evvel ahlakın fikriyatı nasıl şekillendirdiğine dair ibretlik bir hikâye okumuştum. Rivayet o ki çok zor şartlarda, kötü bir ortamda yetişmiş olan iki kardeş büyüyüp kendi hayatlarını kurduktan sonra aralarında ciddi bir uçurum görünür. Kardeşlerden birinin çok düzenli bir aile hayatı ve nezih bir işi vardır. Diğer kardeş ise hiçbir kural-kaide tanımayan ve hiç kimsesi olmayan tam bir serseriye dönüşmüştür. Aynı şartlarda büyümüş iki kardeş arasındaki bu büyük fark bir araştırmacının dikkatini çeker ve gidip her ikisine de aynı soruyu sorar: “Nasıl bu hale geldiniz?” Ve enteresandır, ikisinden de aynı cevabı alır: “Benim gibi kötü bir çocukluk geçirmiş olsaydın, sen ne yapardın?”


Demek güzel ahlaklı kardeş içinde yetiştiği çirkin şartlardan güzel bir yorum çıkarmış ve “Bu böyle olmaz!” diyerek güzel bir hayata geçiş yapmış. Çirkin ahlaklı kardeş ise kendisini şartların esiri görerek güzele giden yolu görmemiş. Aynı sefih hayatın devamını ‘kendi özgür iradesiyle’ seçmiş. Tabiî faturayı kendisine değil ‘şartlara’ keserek... Hemen hemen her kötü insanın yaptığını yaparak...

Anlaşılan o ki, insan şartlarının değil ahlakının sonucunu görüyor, yaşıyor. Ne düzeyde bir ahlaka sahipse o boyutta bir âlem onun kalbine yansıtılıyor. (Dünyanın, mevcut halin şartlarına bakıp da kendisini karamsar bir havaya sokanlara duyurulur. Her hal ve şartta görebileceğimiz, yapabileceğimiz güzellikler muhakkak var.)


Şu meşhur söz de bu çerçevede tefekküre değer: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Buradaki üçlü sıralamayı tahlil etmek gerekiyor: güzel görmek, güzel düşünmek, lezzet almak. Demek herşey güzel görmekle başlıyor. Peki güzel görmemizi belirleyen şey ne? İşte güzel ahlak burada devreye giriyor. Kalbimizden pompalanan güzel manalar fikriyatımızı da güzelleştiriyor. İnsan güzel görmeye ve güzeli görmeye başlıyor. Sonuçta bütün insanlığın aradığı o matlup hale vâsıl oluyor: hayatı lezzet alarak yaşamak.

Bu basit gözüken cümlenin arkasında eşyanın hakikatine dair sağlam temelli bir yaklaşım da bulunuyor. Zira ehl-i tahkik bütün İslâm alimleri eşyanın hakikatinin esmâ-i hüsnâya dayandığı konusunda ittifak etmişlerdir. Yani gördüğümüz her bir varlığın, tecrübe ettiğimiz her bir olayın arkasında Cenab-ı Hakk’ın birkaç güzel ismi saklı bulunuyor. Zahiri çirkin görünen hadiseler dahi bu kapsama dahil; zira Allah’ın güzel isimleri mutlaktır ve hariçlerine kaçan hiçbir şey olamaz. Dolayısıyla herşey nihaî tahlilde bir veya birkaç güzel isme dayanıyor. Çirkinlik tebeî olarak onu tamamlamak için yaratılıyor. Yoksa biz o çirkinliklere bakıp midemizi bulandıralım diye değil.


Yine bu nedenle Efendimiz aleyhissalâtu vesselam küfür ve dalâlet hariç her hâlin elhamdülillâh şükrüne lâyık olduğunu bildiriyor.


Dolayısıyla güzel görmek, güzel düşünmek ve hayattan lezzet almak rahatlatıcı bir meditasyon tarzı ya da sübjektif bir kişisel yaklaşım olmanın çok ötesindedir. Kısaca, eşyanın hakikatine vâkıf olmaktır. Onu var edeni görerek ve bilerek yaşamaktır. Gerçeğin ta kendisidir.


Başa dönersek: Güzel ahlak güzel fikri, güzel fikir de güzel ahlakı hayatlandırır.

Ne mutlu çirkinde boğulmayıp güzel ile hayatlanmayı seçenlere...


bottom of page