top of page

Mütebessim Cenazeler ve Hırçın Ruhlar

MUSTAFA SAİD İŞERİ

Yüzdeki estetik ve manidar noktalardır gözler. İnsan mektubunu kaleme alan bir Alîm-i Hakîm ve bir Sâni-i Basîr yüz paragrafını bu noktalarda hatmetmiştir. Mektubun özeti gibi, bu noktalar birer ehadiyet tecellisidir. Buna binaen, gözü ihsan eden yüze suret verendir. Yüzü şekillendiren de, insanı ve tüm insanları en güzel bir tarzda yaratandan başkası değildir.


Göz ile birlikte görme duyusu ve yeteneği de ihsan edilmiştir. Zira gözü işlevsel kılan ruhun görebilme yeteneğidir. Ruh bu dünyayı gözleriyle seyreder. Ancak cisim körleşse bile ruh görme yeteneğini kaybetmez. Bu dünyada rüya âleminde de görebilen bir ruh bir gün cismi çürüyüp berzah yolculuğuna çıktığında keskin bir görüşe sahip olacaktır. Ayrıca ruh gözün gösteremediklerini de görebilir. Akıl, kalp, sır ve adı konulmamış nice his ruhun varlık âlemine açılan farklı pencereleridir.

Gözün ihsan edilmesi güneşin, renklerin ve hatta görüntüler âlemindeki bütün güzelliklerin ihsan edilmesi manasında görkemli bir nimettir. Zira nasıl ki midenin ihsan edilmesi besin dünyasının ikram edilmesi manasını taşır. Aynı şekilde göz de bir midedir ve onun ihsan edilişiyle görüntüler âleminin geniş sofrasına davet gerçekleşir. Ayrıca gören bir gözün yaratılışı, kör bir güneşin yaratılışından sanat yönüyle daha özel ve daha kıymetlidir. Kudret açısından değerlendirildiğinde ise bir tek gözü yaratan bütün gözleri eşsiz bir tarzda halk edendir. Canlılara çeşit çeşit gözler veren, her birinin ruhuna münasip görme duyusunu da ihsan etmiştir. Bütün gözleri ve görme duyularını halk eden ise ancak görüntüler âleminin Hâlık-ı Basîr’idir. O öyle bir Hâlık-ı Basîr’dir ki güneşler, kuasarlar, pulsarlar, kızıl devler, beyaz cüceler ve bulutsular sayısınca semavi lambalarla kâinatı ışıl ışıl süsleyerek aydınlatmıştır. Göz ve görme yeteneğini ihsan ettiği canlılar sayısınca iç âlemi de nurlandırmış ve şenlendirmiştir.

Son derece kıymetli olan göz ve görme nimetleri elbette büyük ve daimi bir şükrü gerektirir. Şükrün ilk adımı ise bu nimet ve emanetin yaratılış maksadına uygun bir tarzda kullanılmasıdır. Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle göz ‘küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı’ olursa varoluşunu ortaya koyar. Lakin bu yeteneğin heves ve şehvet cihazı şeklinde kullanılarak heba edilmesi ve değerinin düşürülmesi gibi bir tehlike de sözkonusudur. Günümüz şartlarında her geçen gün bu manevi tehlikenin daha da arttığını gözlemliyoruz. İman balını üretme kabiliyetindeki gözümüzü ve görme duyumuzu köreltmek suretiyle maneviyatımızı zehirleyen görsel okların onu bir dart tahtası haline getirme riski her geçen gün daha fazla artıyor.

Batı medeniyetinin nefisperest ve suretperest olduğunu teşhis ederek eleştiren Bediüzzaman bu iki damarın ahlakı ciddi manada sarsarak ruhu alçalttığına ve yüksek hisleri zedelediğine dikkat çekmiştir. Yaygınlaşan ve normalleşen açık saçıklık, tesettüre riayetsizlik sevgi ve şefkat hislerini zedeleyerek aile hayatını ve insaniyeti zehirlemektedir. Bediüzzaman’a göre bu vahim durumun temsili merhume ve rahmet muhtaç güzel bir kadın cenazesine şehvetle bakışın ahlakta netice verdiği bir bozukluktur. Sokakta ya da medyada karşılaşılan açık kadın suretleri aslında onların küçük cenazeleri hükmündedir. Bediüzzaman’a göre sözde medeni insanın hırçınlığında bu ‘küçük cenazeler’ ve ‘mütebessim meyyitler’in tesirli rolleri vardır.

Beynimize ulaşan her bir görüntü aslında geçmişe ait birer cenazedir. Mesela dünyamıza en yakın gökada Andromeda’nın teleskoplarla çekilen en yeni fotoğrafları ikibuçuk milyon yıl öncesine aittir. Gece gökyüzünün en parlak yıldızı Akyıldız’ın (Sirius) yaklaşık sekizbuçuk yıl geçmişteki ve Güneş’in ise sekiz dakika önceki halini görürüz. Jüpiter’in yaklaşık yarım saat önceki, Satürn’ün ise yaklaşık bir saat önceki görüntüsünü seyrederiz. Ay’a ise bir saniyeden biraz fazla (1,28 saniye) gecikme ile bakarız. Ufuktaki bulut kervanı ile hemen üzerimizde uçan martının görüntüleri saliselik de olsa farklı vakitlere ait görüntülerdir. Yani bir cisim bizden ne kadar uzaksa o oranda eski bir görüntüsü beynimize ve ruhumuza ulaşır. Ruhumuz ise bu farklı zaman dilimlerine ait görsel albümü anbean bütünleştirir ve anlamlı bir dünya kurmamızı mümkün kılar.

Özetle iman nuruyla bakılmadığında varlığımız içiçe geçmiş acayip bir kabristana dönüşüyor. Bu halden kurtulmak için İbrahim aleyhisselamın varlığa bakış tarzı bizim için bir çıkış noktası olabilir. İbrahim aleyhisselam yıldızların, ayın ve güneşin faniliğini fark ettiğinde “Batıp gidenleri sevmem” diyerek onlardan yüzünü çevirmişti. Sonrasında beka kapısı açılarak Baki-i Zülcemalin marifet ve muhabbetine mazhar olmuştu. Biz de öncelikle iç dünyamıza her daim akıp biriken görüntülerin cenazelerinden yüzümüzü çevirmeliyiz. Özellikle ahlakımızı sarsan görüntülere karşı hassasiyetimizi koruyabilmenin; takva, iffet ve hayâ hislerimizi diri tutabilmenin çarelerini aramalıyız. Umulur ki bize de fenadan bekaya açılan kapılar, pencereler, yollar açılıversin.


bottom of page