top of page

Hırsızın Suçu ‘Eşitliğin Kısa Tarihi’nden Kesitler

FATİH ÇINAR

Gündelik muhabbetlerimizin vazgeçilmez konularından biri de dünyadaki farklı ülkelerin mukayesesidir. Özellikle Batı ülkeleriyle dünyanın diğer bölgelerini, örneğin İslâm dünyasını sık sık karşılaştırırız. Batıdaki maddi refahın sırrını anlamaya çalışırken, oradaki insanların zekâlarına, çalışkanlıklarına, kurumların sistemli işleyişine methiyeler dizer, kalkınma modelleri geliştiririz. Bunda elbette doğruluk payı vardır. Batılı ülkelerin diğerlerine kıyasla birçok konuda daha iyi durumda olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ülkelerin bugün göç veren değil de daha çok göç alan konumunda olmaları bunun en açık delili olsa gerek.

Bununla birlikte, refah meselesini işin masum kısmından ibaret görmek indirgemeci bir bakış açısını yansıtır. Bugünkü refahın tarihsel arkaplanına bakmadan hakkaniyetli değerlendirmeler yapmamız zorlaşır. Sözkonusu arkaplanla ilgili, Bediüzzaman’ın şu tespitlerini hatırlayalım: “Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.” Kuşkusuz ki, dünyadaki refahı ve yoksulluğu münhasıran bu şekilde açıklamak da bir başka indirgemecilik sayılabilir. Fakat ‘çalıntı’ ve ‘gasp,’ analizlerde ihmal edilmeyecek kadar önemli hususlardır aynı zamanda.

Fransız ekonomist Thomas Piketty, Eşitliğin Kısa Tarihi (Une brève histoire de l’égalité, Paris: Seuil, 2021) isimli eserinde bu meseleye de temas eder. Yirmi senelik akademik araştırmalarının bir çeşit özeti olarak tasarladığı bu çalışmasında Piketty, Batının zenginleşmesini analiz ederken ‘çalıntı’ ve ‘gasp’ boyutlarına dikkatleri çeker. Bu konuda yapılmış muhtelif sosyal bilim araştırmalarına istinad ederek, kölelik ve sömürgeciliğin Avrupa ve ABD’nin zenginleşmesinde oldukça merkezî bir rol oynadığını hatırlatır. Ona göre bugün hâlâ ülkelerin kendi içlerindeki ve aralarındaki refah dağılımı bu mirasın derin izlerini taşıyor.

Uzun vadeli ölçekte bakıldığında sömürgecilik tecrübesinden daha yeni çıkıldığını söyleyen Piketty, sözkonusu koloniyal etkilerin birkaç yılda silinmesini beklemenin naiflik olduğunu ifade ediyor. Piketty, Batılı endüstriyel kapitalizmin ortaya çıkışıyla ilgili literatürün sunduğu tablonun oldukça açık olduğu kanaatinde: Kapitalizm, Avrupalı güçlerin onbeşinci yüzyılda oluşturmaya başladıkları uluslararası işbölümü, doğal kaynakların sınırsızca sömürüsü ve askerî/sömürgeci tahakküm sistemlerinin bir ürünüdür. Küresel ölçekte eşitliğin ve eşitsizliğin tarihini sömürgeci mirası hesaba katmadan yazmak bu sebeple mümkün değildir.

Kenneth Pomeranz’ın The Great Divergence: China, Europe and the Making of the Modern World Economy isimli kitabına da değinen Piketty, bu çalışmanın ortaya koyduğu önemli bir hususa dikkatleri çekiyor: Küresel ölçekte sömürgecilik ve köleliğin sağladığı bir tedarik sistemi ve işgücü seferberliği olmasaydı, Batılı endüstriyel gelişim çok hızlı bir şekilde büyük bir ekolojik engelle karşı karşıya kalacaktı. Pomeranz, Sanayi Devriminin büyük ölçüde dünyanın diğer bölgelerinden cebrî ve koloniyal bir organizasyon çerçevesinde getirtilen pamuk ve kereste gibi hammadde ve enerji kaynaklarına bağlı olduğunu söylüyor. Kısacası, zikrettiğimiz bu örneklere benzer daha nice çalışma, sömürgecilik, kölelik ve askerî tahakkümün Batılı ülkelere dünya ekonomisini kendi lehlerine organize etme ve dünyanın geri kalan kısmını kalıcı şekilde periferik bir pozisyona sokma fırsatını sağladığını gösteriyor.

Peki derin tarihsel kökleri olan bu küresel adaletsizliği telafi etmenin bir yolu var mıdır?

Piketty’ye göre, mevcut ekonomik sistemin başlangıcını ve adaletsizliğini anlamak için tarihini bilmek gerekse de, bu, şimdiki sorunları çözmek için yeterli değildir.

İbretlik bir örnek üzerinden yazarın çözüm tekliflerine bakalım. Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda Fransa’nın sömürgesi haline gelen Haiti, 1804 yılında kölelerin devrimiyle bağımsızlığını kazanan ilk ülkedir. Bugün ise dünyanın en yoksul ülkelerinden biridir. Bağımsızlığı ve yoksulluğu arasındaki ilişkiye daha yakından baktığımızda bir zulüm tablosuyla karşılaşırız. Fransa’nın 1825 yılında Haiti’nin bağımsızlığını tanıması, ülkenin gelişimini sonraki iki asır boyunca sekteye uğratacak bir şekilde gerçekleşmiştir. Dönemin Fransız kralı X. Charles, bağımsızlığının karşılığında Haiti’nin Fransa’ya 150 milyon frank altın ödemesi gerektiğini söyler. Gerekçesi ise, mülkiyetlerini kaybeden Fransız köle sahiplerinin zararlarını karşılamaktır. Aklıselimin “kölelere esaret yıllarının karşılığı olarak ödenmeliydi” dediği tazminat, böylece yaşadıkları köle mahrumiyetini telafi etmek için tam aksine köle sahiplerine ödenecektir. Çaresiz Haiti yönetimi bunu kabul etmek zorunda kalır. Bu yüksek meblağı ödemek için, Haiti ayrıca Fransız bankalarından faizli finansman almak zorunda kalır. Haiti, köle sahiplerine olan borcunu ancak 1950 yılında ödeyebilmiştir. Bugün Haiti devleti Fransa’dan geri ödeme talep etse de, Fransa bunu geçmişte olmuş bitmiş bir hadise olarak gördüğü için kabul etmiyor. Fransa’nın Haiti’ye ödemesi gereken miktarın bugünün parasıyla 30 milyar euroya tekabül ettiği tahmin ediliyor. Piketty’nin belirttiğine göre, bu Haiti’nin kalkınması için oldukça önemli bir miktar.

Yazara göre, bu acı örneğin gösterdiği üzere, küresel ölçekte adaletin sağlanması kimi durumlarda ancak maddi bir tazminatın ödenmesiyle gerçekleşebilir. Nitekim ABD’de bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Geçtiğimiz yıl Evanston belediyesi kölelerin torunlarına yönelik ev alma desteği kapsamında kişi başına yirmibeş bin doları bulan yardımlar yapacağını açıklamıştı. Fakat Piketty’ye göre, ırkçılığın ve sömürgeciliğin zararları tazminatlarla kapatılmayacak kadar devasadır. Bu sorunlar, ekonomik sistem değişikliğine gitmeden çözülecek gibi değildir. Dünyadaki zenginlikler küresel bir ekonomik sistem sayesinde elde edildiği için, adalet ve eşitliği de küresel ölçekte düşünmek gerekmektedir.

Hâsılı kelam, mevcut dünya düzeni hakkındaki değerlendirmelerimizde hakkaniyeti yakalamak ve adil bir duruş sahibi olmak için, geçmişte, etkileri bugüne kadar uzanan büyük çaplı zulümlerin ve hırsızlıkların yapıldığını hatırdan çıkarmamalıyız.

Ama bunu kendimizden kaynaklanan sorunları örtmek veya düşmanlıkları diri tutmak gibi yanlış gayeler için değil, adaletin tahakkukuna katkıda bulunmak için yapmalıyız.

Piketty’nin dediği gibi, “Ekonomik meseleler küçük bir uzman ve yönetici sınıfına bırakılmayacak kadar önemlidir. Bu bilgilerin halklar tarafından sahiplenilmesi güç ilişkilerinin mahiyetini değiştirmenin başlıca bir aşamasıdır.”


bottom of page