top of page

"Denizler Çöplüğümüz Değil" | Nur Eda Topçu Eryalçın | Mehmet Kaplan


İlk olarak kısaca eğitim hayatınız ve denize olan ilginizden bahseder misiniz?


Ben deniz biyologuyum. Ortaokuldan beri bu konuya merakım vardı. Hep ne yapmak, ne çalışmak istediğimi biliyordum.

Saint-Joseph Lisesi mezunuyum. Deniz biyologu olmayı kafama koyduğum ama o tarihlerde Türkiye’de üniversitelerde buna uygun bir bölüm de olmadığı için, Saint-Joseph’in denklik avantajını kullanarak üniversite eğitimi için Fransa’ya gittim. İstedim ki, doğrudan bu işle ilgili bir bölümde okuyayım. Ve öylece yola devam ettim.


Üniversite eğitimi için Fransa’ya gittiğinizde neler yaşadınız?


Üniversiteyi orada organizma biyolojisi, üstüne de deniz biyolojisi eğitimi alarak tamamladım. Deniz biyologu olmak isteyen gençlerin hayalleri genelde yunus, balina gibi memelileri çalışmaktır. Bize gelen öğrencilerde de eğilim bu yönde. Ama benim eskiden beri böyle dipteki renkli şeylere merakım vardı. Biraz da buradaki konsolosluğun yönlendirmesiyle, beni okyanus bilimleri alanında en iyi olan Bretanya bölgesine yolladılar: Avrupa Deniz Bilimleri Enstitüsü. Ama orası bana hitap etmedi. Ben Akdeniz çocuğu olarak büyümüşüm. Son yılımda Marsilya’ya indim, orada rahat ettim.


Master tezimde Akdeniz’deki banyo süngerinin filtrasyon aktivitesi üstüne çalıştık. Doktorada ise kararsız kaldım. Oradaki hocam iyi bir burs bulmuştu, ama biyokimya ağırlıklı bir konuydu, ben de kimyayı pek sevmiyordum. Laboratuvarı az arazisi bol bir konu çalışmak istiyordum. Dedim en iyisi ben döneyim. Türkiye’ye döndüğümde, önce süngerden devam edeyim diye düşündüm, ama imkanlar çok sınırlıydı. O konuya devam edemeyeceğimi anlayınca başka ne çalışabiliriz diye araştırırken, mercanların pek çalışılmadığını farkettim. Oradan devam edelim dedik. Doktora tezimden beridir ağırlıklı olarak Marmara denizi olmak üzere mercanları inceliyorum.


Bir trafik kazası geçiriyorsunuz o arada...


Ders dönemim bitti, tam arazi çalışmasına başlayacağım, trafik kazası geçirdim. Dalış tüplerini teste tâbi tutmak için sahil yolunda bir tesise doğru gidiyorduk, arabada bir öğrencim de vardı. Polis çevirdi, kenara çektik, ben araçta bekledim. Yanlış yaptığımız birşey yok, ama bekliyorum, çocuk gelmiyor. Arabadan çıktım, bakayım ne oluyor diye. O sırada onsekiz yaşın altında ehliyetsiz genç bir sürücü polisi görünce paniğe kapılıp hakimiyetini kaybediyor, U dönüşü yapıp kaçmak isterken oradaki üç kişiyi telef ediyor. Benim de ciddi kırıklarım oldu. Birkaç defa ameliyat oldum, uzun süre yürüyemedim.

O iyileşme sürecinde bana çok söylediler, artık konuyu değiştir, arazisi çok zorlamayacak birşeye geç. Ama direndim, geçmedim. Uzun da sürse, araya istemediğimiz şeyler de girse ve iki yıl ara vermek zorunda da kalsam doktoramı bitirdim.


Ortaokuldan itibaren bir hedef koyup bu şekilde onun peşinden gidiyorsunuz. Sizi bu hedefe sevkeden şey neydi?


Okuduğum kitaplardan etkilendim herhalde. Deniz biyologlarının kahramanlığını ve maceralarını okudum, deniz biyolojisi diye bir meslek olduğunu öğrendim. Atlas dergisi vardı o zaman, ama asıl Sualtı Dünyası diye bir dergi daha vardı. Dergilerin gerçekten okunduğu yıllarda her ay gidip alıyorduk. Hâlâ arşivlerim durur. Oradan merakım arttı.

2012’den beri Marmara denizinde mercanları çalışıyorum. Ama sadece Marmara denizi değil, Ayvalık’a, Gökçeada’ya, Saros’a da gidip geliyor, oradaki mercanları da takip ediyorum.


Kaç yıldır dalış yapıyorsunuz?


İlk dalışım 1999’daydı. Fransa’da yaptığım tezde de dalış yaparak çalıştım. Orada da Marsilya kıyılarında altı tane istasyonum vardı, izlemelerim vardı süngerlerle alakalı. Kazadan sonra yürümeye başlayınca, “yürüyebiliyorsam dalabilirim de” diye düşündüm. Nitekim suda daha rahat ediyorum. En rahat olduğum yer su. Su bizi taşıdığı için ağırlıktan kurtulunca en rahat yerim sualtı oldu. Şu anda da aylık örneklememiz var, her ay araziye gidiyoruz. Artık öğrencilerim yetiştiği için bazan devrettiğim, bizzat dalmadığım oluyor. Ama mutlaka giderim. Yirmi yılı geçmişim dalışta.


Hocam, biz denize baktığımızda büyük bir su birikintisi olarak görüyoruz. Siz ne görüyorsunuz? Mesela Marmara denizinin altında nasıl bir hayat var?


Mesela İstanbul’un bu kadar kıyılarında mercan olacağı, rengarenk süngerlerin olacağı aklımıza gelir mi? Ben bile bilmiyordum keşfedene kadar, ama var, hem de çok güzel. Yüksek kalitede mercan ormanlarımız var.

1970’ler ve 80’lerde Marmara’da dalış yapan dalgıçlar çok daha fazla yerde daha büyük ormanlar vardı diyorlar. Şu anda bu çok azalmış durumda, ama var. Azalma trendinde ise özellikle endüstriyel balıkçılığın rolü var.


On yıl kadar önce, doktora teslimi kapsamındaki çalışmalarda şöyle bir gözlemim oldu. Burada Akdeniz endemiği yumuşak mercan türleri var Prens adalarında ve çok yaygın. Bazıları hâlâ çok yoğun bir orman görüntüsünü koruyor. Özellikle Yassıada ve Sivriada kıyılarında. Bunlar kıyıya yakın olmalarının avantajıyla kalmışlar. Yani kıyıdan böyle bir yar iniyor denizin altına, kıyıya çok yakın olduğu için balıkçı gelip orada faaliyet gösteremiyor. Haliyle bunlar sağlıklı bir şekilde bugüne kadar gelebilmişler. Açık istasyonlarımızda, özellikle daha derine giden, kıyıya çok yakın olmayan yerlerde ise bu orman görüntüsü gitmiş, seyrekleşmiş.


Bu sonucun ortaya çıkmasında endüstriyel balıkçılık yanında başka sebepler de var mı?


Biz hep en büyük tehdit olarak balıkçılığı görüyorduk. Ama 2015 yılında Yassıada inşaatı başladı, adanın üstü tamamen değişti, fakat asıl tahribat aşağıda oldu. Adanın arkasını doldurdular, yüzölçümü bayağı arttı, liman yeniden yapıldı, kıyılar patlatıldı. Bütün bu faaliyetlerde bir sürü karasal sediment çökelti şeklinde deniz dibine indi. Prens Adaları bölgesine tam bir toplu kıyım oldu. Yassıada’nın doğrudan kendi kıyılarında olan ormanlardan bir tanesinin üstü dolduruldu, bir diğeri çökeltiyle neredeyse tamamen kaybedildi. Sivriada’da yine kaybımız oldu. Burgazada’nın arkasında bir yer vardı, orası çok güzel bir bahçeydi, hiçbir canlı kalmadı. Böyle çok ciddi kayıplar yaşadık. Sadece mercanlarda değil, süngerlerde de ölüm oldu.


Bir de şöyle birşeye oldu. 2015-2016 döneminde Kurbağalıdere’nin rehabilitasyonunu yaptılar. Çıkartılan dip çamurunu tam Sivriada’nın arkasına getirip bıraktılar. Artık asıl sorumlu hangisiydi, tam söylememiz çok zor. Ama karasal sediment kökenli ölüm olduğunu kesinlikle söyleyebiliyoruz.

Bir de yeni bir enfeksiyon başladı, mantar enfeksiyonu. Bütün mercanların üstünü sardı. Kalanların bir kısmını da öyle kaybettik. O mantar da yine karasal bir mantardı. Ne işi var deniz dibinde? Ama oraya geldiler, bir enfeksiyon geçirdik, oradan da bazı ölümler oldu.

Akabinde de, tam toparlanma süreci başladı diyorduk ki, bu sefer de 2020’de çok yoğun bir müsilaj çökeltisi oldu. Korkunç. Beyaz bir battaniye yüzüyor sanki. Aşağı doğru inerken o sizi saracak, sanki onun içinde hapis kalacakmışsınız gibi bir his veriyordu, son derece klostrofobik bir ortamdı. Müsilaj ışığı kestiği için dipte mercanlarda epeyce ölüm tespit ettik. Süngerlerde, başka canlılarda da ölümler gördük.


Marmara denizinde mercanlar nasıl bir dağılım gösteriyor?


İki tane yaygın türden bahsettim. O derinliklerde rastlanması normal olan ve sadece Akdeniz bölgesinde dağılım gösteren mercan türleri Marmara’da da var. Bir de iki türümüz daha var, ki gene Prens adalarında yaygın bulunuyor. Bunlar Akdeniz endemiği; dünyada sadece Akdeniz’de var, ama derinde var. Genellikle dağılım gösterdikleri yerler elli yahut yetmiş metrenin altı. Marmara’da ise bunlar sığ dağılımı gösteriyorlar. İşte bu, Marmara’nın kendine özgü yapısı sayesinde. Başka yerlerde çok derin, dalış yaparak bulamayacağınız canlıları burada dalış yaparak gözlemleyebiliyorsunuz.


Çünkü Marmara denizinde iki tabakalı bir akım sistemi var. Yukarıdan Karadeniz suları, aşağıdan Ege; ve bu ikisi birbirine karışmaz. Bu da yukarıdaki mevsim değişimlerinin aşağıdaki tabakaya geçmesini engelliyor. Haliyle aşağıdaki su girdiği sıcaklıkta seyrediyor, aşağı yukarı 14 derece civarında kalıyor. Yukarıdaki su ise tabii ki mevsimin etkisi altında, ama Karadeniz’den geldiği için besin olarak çok zengin. Besin dolayısıyla organik madde yükü de çok fazla olduğu için, ışığı fazla geçirmiyor. Yani Marmara’da çok erken derinliklerde Akdeniz’e kıyasla ışığı kaybediyoruz. Bu da orada elli metrede, yetmiş metrede elde edilen koşulları burada yirmi metrelerde sağlamış oluyor. Ekolojik olarak benzer şartlar ortaya çıktığı için bu canlılar burada sığda dağılımı gösteriyor.

Biz bu canlıların Marmara’da yıl boyu üreme gösterdiğini ve bilhassa bir tanesinin hızlı büyüdüğünü bulduk. Nitekim beklediğiniz gibi bu canlı hızlı bir şekilde iyileşme sağladı. Yani Yassıada’da neredeyse hiç kalmadı dediğimiz tür şu anda tekrar bazı yerlerde görüldü. Hatta boyları oldukça büyümüş olanlar var.

Ama ikinci derin deniz türümüz daha düşük üreme yeteneğine sahip. O yüzden bunun üremesi ve tekrar çoğalması daha uzun zaman alıyor. Yani bu türle ilgili ciddi endişelerimiz var. Belki lokal olarak burada tükendi veya tükenmek üzere, o yüzden takipteyiz. Bunun için de veri toplamaya devam ediyoruz, eski haline getirmek için neler yapabiliriz diye.


Yassıada’dan sonra Sivriada da inşaata açıldı. Bir mahkeme süreci oldu. Mahkemeden bize de görüş sordular. Biz de başka hocalarımızla birlikte denizle ilgili neler olabileceğini, neden olumsuz olabileceğini yazdık. Onun bir etkisi oldu mu bilmiyorum, karar iptal edildi ve böylelikle Sivriada inşaatı durdu. Ama iki yıl boyunca o tehdit sallandı benim mercanlarımın üstünde. O yüzden, hem oradaki genetik çeşitliliği kaybetmemek için hem de fiziki olarak o mercanların canlı kalabilmesi için, biz onları Büyükada’nın arkasında bir küçük adacık var, Balıkçı adası diye, oraya taşıdık. Onların bir kısmı hâlâ orada yaşıyor. Belki onbeş-yirmi yıl sonra orada bir orman oluşacak. Şu an öyle gözüküyor. Ama yeniden bir büyük müsilaj felaketi yaşamazsak...


Müsilaj felaketinin sebebi ne?


Müsilaj benim uzmanlık alanım değil, ama şu kadarını söyleyeyim: Marmara yarı kapalı bir deniz. Neredeyse bir havuz gibi; hem küçük, hem kapalı. Ve biz bunun içine sürekli kirlilik etmenleri bırakıyoruz. Sürekli evsel, endüstriyel atıklar deşarj ediliyor. Organik madde yükü çok fazla. Kirlilik çeşit çeşit, artık ne ararsanız var zaten, her türlü kirlilik ögesi. Bu da zaman içerisinde bir yük oluşturuyor.

Müsilaj için iki şey gerekiyor: ilki deniz açısından kirlilik yükü ağır bir ortam, bozulmuş ekosistem; ikincisi de sıcaklıkla birlikte suda durgunlaşma ve bunun akabinde tabakalaşma. Su bir süre durgun kaldığında, rüzgâr esmediğinde ve yoğun bir sıcaklık olduğunda suda bir tabakalaşma oluyor. Bu şartlar oluştuğunda, bu kirli denizde bulunan mikro yosuncuklar diyebileceğimiz fitoplentton ögeleri strese giriyorlar. Strese girmeleriyle birlikte bazı salgılar bırakıyorlar. Bunlar yapışkan, birleşme ve topaklaşma özelliği olan salgılar. Topaklaşıp büyüyorlar.


Mercan ormanları denince ne anlamalıyız?


Orman kelimesi aklımıza bitkileri getiriyor, literatürde öyle geçiyor, ama bu canlılar bitki değiller, hayvan grubundalar. Ama özellikle tropik mercanlarda, keza bizim sularımızda da olan bazı türlerde dokuların birlikte yaşam olarak paylaştıkları mikro canlılar olabiliyor.

Tropik resifler için denizlerin yağmur ormanları tabiri kullanılır. Bunun sebebi ciddi oranda oksijen üretmeleri, fotosentez yeteneği taşımaları. Ama aslında fotosentezi yapan mercanlar değil, dokularında yaşayan mikro yosuncuklar. Birlikte yaşıyorlar. Yosuncuk barınmış oluyor, mercan da onun ürettiği şekerden faydalanıyor. Böyle bir karşılıklı faydalı ilişki içerisindeler, bizim denizlerimizde de böyle birkaç tür var. Ama Prens adalarında dağılım gösterenler bunlar değiller. Buradakiler bizim gibi besini dışarıdan alan hayvanlar. Fakat buna rağmen biz orman diyoruz. Çünkü ekolojik olarak davranışlarını incelediğimizde, ormana benzer trendler gösteriyorlar.


Mesela ben karada ağaçları, ormanları çalışan bir araştırmacıyla benzer yöntemler kullanarak inceliyorum bu canlıları. Demografik özellikle çalıştığımızda çok benzer yöntemler kullanıyoruz. O yüzden biz de orman ifadesini kullanıyoruz. Yoksa kesinlikle bitki değiller ve oksijen de üretmiyorlar.

Ama tabii ki ekosistem içerisinde çok önemli görevler yerine getiriyorlar. Bunlar nedir? İlk başta, bunlar birçok canlı için yuvadır. Barınma veya yavru bakım alanıdır. Bulundukları ortamda biyolojik çeşitliği arttırdıkları kesin olarak biliniyor. Habitatın karmaşıklığını arttırıyorlar. Her anlamda mercanların bulunması, ekosistemin sağlığı için elzem.


Siz Marmara denizinde mercanları çalışmaya başlamadan önce hiç çalışılmamış mıydı?


Doğrudan mercanlara odaklanmış çalışma yoktu ama, toplu birçok şeye bakılan bir çalışmada bir-iki mercan da belirlenmiş. Doğrudan mercanları hedefleyen, hele ekolojik anlamda değerlendiren hiçbir çalışma yoktu.


Sizin çalışmalarınız bağlamında deniz kirliliğine dair neler söylemek istersiniz?


Benim çalıştığım konu kirlilik değil, ama ben kirliliğin sonuçlarından etkileniyorum. O yüzden bütün isteğimiz, gönlümüzden geçen, temiz bir Marmara. Çünkü bozulmuş bir denizde müsilaj gerçekleşiyor. Burada tabakalaşma dediğimiz kısım iklimle alakalı, orayı etkilememiz veya durdurmamız çok zor. Ama bozulmuş deniz kısmını durdurmaya çalışmamız gerekiyor. Zaten bizim kendi iç denizimiz. Karadeniz’den gelen su haricinde bütün kontrol bizde, ama biz bu küçücük havuzun içine her türlü atığı bırakıyoruz ve doğru düzgün arıtma yok. Bizim bu kısımlara yönelmemiz, bunları durdurmamız lazım.


Denizin dibinde daha araştıramadığımız, bilemediğimiz gizemli bir yaşam olduğunu ve denizlerin bizim çöplüğümüz, atıklarımızı atacağımız bir yer olmadığını söyleyebilir miyiz?


Denizler bizim çöplüğümüz değil, bu kesin. En başta bu bakış açısını değiştirmemiz gerekiyor. Şu anda bile hâlâ Boğaz’ın derin deniz kısmında dökük gemileri var. Marmara’da çalışırken yahut Üsküdar’da sahilde çekirdek çitlerken o dökük gemileri önünüzden geçebilir. Ben kaç kere gördüm. Bu gemilerin bütün görevi karasal, oradan buradan, derelerden alınmış dip çamurunu gelip Marmara’daki o bahsettiğim derin çukurların üstüne dökmek. Ama bu derin çukurlar çöplük değil.


Bakın, Marmara’da derin deniz araştırmalarının çoğu yabancı kaynaklı ve yabancı araştırmacıların yürüttüğü çalışmalardır. Çoğunda Türk araştırmacı adı dahi yok. Fransa’da bir kuruluş var, Ifremer. Dünya çapında okyanus araştırmaları yapan en büyük kurumlardan biri. Marmara deniziyle ilgili doktora tezi çağrısı yapmışlar ve sağlam da bir bütçesi vardı. Onların keşfettiklerine dayanarak söylüyorum, derin denizde belirledikleri soğuk sızıntılar var. Soğuk sızıntı demek, orada özel bir jeolojik yapı var ve oradan metan çıkıyor demek. Bu metan sonuçta bir inorganik madde. Orada bu inorganik maddeyi kullanarak organik madde üreten, kemosentetik dediğimiz topluluklar var. Bu canlılar güneşten bağımsız bir şekilde metanı kullanarak organik madde üretebiliyorlar. Sonuçta çok özel topluluklar. Yine aynı mercan ve mikro yosun gibi, bunların da birlikte yaşam, simbiyotik ilişki kurdukları midyeler var. Poliket tüpleri var, çeşitli canlılar var. O bacaların etrafında ciddi bir yaşam var. Mesela midyeler o metanı kullanamıyorlar, ama dokusundaki bakteriler kullanıp organik madde üretiyor. Böylelikle o midye de orada beslenmiş oluyor. Güneşten bağımsız bir yaşam oluşuyor orada.

Bu çok değerli bir şey. Dünyada sayılı zaten böyle yerler. Marmara’da böyle bir topluluk var ki, tür olarak bulunan diğer hiçbir türle uyuşmuyor, tamamen Marmara’ya özgü. Biz de götürüp üstüne “Yaşamayın burada!” der gibi, çer çöpü döküyoruz.


O yüzden Marmara’yı çöplük olarak görmeyi bırakmamız, bu kafayı değiştirmemiz lazım. Bizim fakültede Bayram Öztürk Hocayı duymuşsunuzdur, onun çok güzel bir sözü vardır, “Marmara bizim yatak odamız” der. O yüzden özeldir, gözümüz gibi bakıp mahremiyetini korumamız gerekir. Hem araştırmalarımızı yoğunlaştırmamız hem de bütün kirlilik ögelerini kesmemiz lazım. Ne yapsak azdır bu deniz için.

Şimdi bizim bir derin deniz projemiz başlıyor. Robotik cihaz kullanarak, artık ne kadar alanı tarayabilirsek, elli ila üç yüz metre derinlikler arasına bakacağız. Bakalım neler varmış...


Robotik cihaz kullanmadan ne kadar derinliğe dalabiliyorsunuz?


Sportif dalış derinliğini geçmiyoruz. Onun da sınırı kırk iki metredir. Robotik cihaz ile bu derinliği aşmış olacağız.

Denizin dibinde gözümüzle dışardan bakınca göremediğimiz ve tam anlamıyla bilemediğimiz bir yaşam var. Bu konuda ne kadar farkındalık oluşturursak o kadar kârdır.




bottom of page