top of page

O ve Ben

MUSTAFA SAİD İŞERİ

Mucizevî bir kâinatta yaşıyoruz. Küçük-büyük her şey ve her değişim akılları hayrette bırakıyor. İnsan da bu kâinatın bir parçası ve onun içinde apayrı mucizevî bir varlık. Lâkin insan hem kendisinin hem diğer varlıkların yaratılışındaki harikuladeliğin bilincinde olabilen bir varlık. Öyle ki, kâinat içinde onun bilincinin nüfuz edemediği ve kuşatamadığı bir varlık alanı söz konusu değil. Diğer bir deyişle, insanın varlık bilinci, yani varlığın her türlüsünü fark edebilme yeteneği hem duyarlılık hem de kapsayıcılık açısından doruk noktada. Büyük bir merakla zerrelerin içinde de dolaşabiliyor, en uzak gökadaları da seyredebiliyor. Kâinatın her bir parçasına ayrı ayrı ilgi duyabilirken, bütün varlığı ardında bırakıp zaman ve mekândan sıyrılarak Yaratıcısının huzuruna da çıkabiliyor.


Varlık bilincindeki bu son derece duyarlılık ve kapsayıcılık, insanın her şeyi tanıma ve anlama azmini tetikliyor. Ancak bu tanıma ve anlama serüveninin bir başlangıcı, daha doğrusu bir merkezi olmalı. Bu serüvenin başlangıcı ya da merkezi neresi olmalı: Kendim mi, yoksa dışım mı?


Dış dünyadan başlamak istesem, o kadar çok çeşitli âlemler ve varlıklar var ki, içinde boğulmadan ilerleyebilmem çok müşkül. Kendimden başlamam daha kolay ve daha mantıklı bir çözüm gibi geliyor bana. Zira iç dünyama dış dünyadan daha fazla aşina olduğumu, bu yolculuğumda yönümü ve kontrolümü kaybetmeyeceğimi düşünüyorum. Ayrıca daha kendimi tanımadan başkasını tanıyabilir miyim, emin değilim.


Karar verdim: Öncelikle kendimi tanımam şart. Kendimi tanıma yolculuğumda mesafe alabilirsem, bu başkasını da tanıyabilme çabamda hem moral hem de dayanak noktası olacak.


Bu noktada Şems-i Tebrizî’nin sözü dimağımda yankılanıyor: “Ömrün oldukça, ömrünü kendini bulmaya harca; dünyayı anlamak yolunda ömrünü ne diye harcıyorsun!”


Kendime yöneliyorum. Kendimi didik didik incelemek ve tanımak istiyorum. Merakım ve heyecanım birçok soruyu cezbediyor: Niçin varım? Ben kimim? Bendeki ruh, akıl, kalp gibi duyguların mahiyetleri nedir? Bunca organ, cihaz, his, yetenek ne için?..


Lâkin sorularım artarken cevaplarım azaldıkça, kendime yabancılığım derinleşiyor. Kendimi tanıma çabamı ilerletmek istedikçe tıkanmaya başlıyorum. Cevapsız sorular, muğlaklıklar, ülfetler, fikrî çıkmazlar iç yolculuğumun zifiri karanlıkları oluyor. Karanlıktaki yolculuğum ise kısa sürüyor; adımlarım gittikçe azalıyor, yavaşlıyor... Atabildiğim her bir adım beni karanlıkların derinlik ve bilinmezliklerine daha fazla çekiyor. Tam bir çelişki içindeyim: Tanımak istedikçe yabancılığım artıyor! Anlıyorum ki, bu yolculuğumda pergelimin iğnesini batırmam gereken yeni bir merkeze ihtiyacım var.


Daha iyi farkındayım ki, kendimi ve varlığı tanıma yolculuğumun başlangıcı, yani merkezim kendim, nefsim, benliğim değil. Nefsim ve benliğim yolculuğumun rotasını doğru bir şekilde belirlemekten aciz ve son derece yetersiz. Bu sebeple şaşkınım ve kendi içimde kaybolmuş haldeyim. İhtiyacım olan ise, iç dünyamın derinliklerinde istikametimi bulabilmem için beni benden iyi bilen bir rehberden başkası değil. Arayışıma sekte vuran bu çaresizce bekleyişim esnasında, ezel canibinden imdadıma yetişen bir hitap pusulam oluyor: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın” (Haşir, 59:19).


Anlıyorum ki, Yaratıcımı tanımadan kendimi tanıyacağımı zannetmem çok büyük bir yanılgı. Ancak O’nu tanıdıkça kendime yabancılıklarımın ve kendi içimdeki kayboluşlarımın karanlıkları ortadan kalkıyor; dünyam nurlanıyor, aydınlanıyor, şekilleniyor, renkleniyor. Allah’ın isimleri, sıfatları ve şuunatının bir tecellisi, bir aynası olabildiğim nispette anlam ve değer kazandığımı hissediyorum. O’nun hayatının, ilminin, kudretinin, sanatının bin bir tecellilerini gördükçe kendimi buluyorum, keşif yolculuğum sürat kazanıyor. O’nu buldukça, tanıdıkça ve sevdikçe O’nun yarattığı her şeyin de anlam kazandığını görüyorum. Bediüzzaman Said Nursi’nin “O’nu bulan her şeyi bulur. O’nu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına bela bulur” sözü hissiyatımın ve fikriyatımın tercümanı oluyor.


İnsan diğer varlıklara öykünebilen bir varlık. Nuranileşerek melekleşmek de, katılaşarak taş kesilmek de onun varlık tercihleri skalasında yer alabiliyor. Hatta insanda öyle bir damar var ki, bir taraftan ilahlık sanrısına kapılabilirken öte taraftan tamamen unutulup yoklukta kaybolmayı bile kabullenebilmekte. Aşağıların en aşağısı denilen esfel-i sâfilînden yükseklerin en yükseği denilen âlâ-yı illiyyîne uzanan çok geniş bir iniş-çıkış serüveninin yolcusuyuz. İnsanlar sayısınca farklı rotası olan bu serüvenin en belirleyici unsuru ise, hayatın tahtına oturanın kim olduğudur.


Toshihiko Izutsu Kur’an’da Allah ve İnsan isimli eserinde Cahiliye insanının dünya görüşünün homocentric olduğunu ve bu varlık dünyasının başköşesini insanın işgal ettiğini belirtir. Kur’an’ın inşa ettiği dünyanın ise çok açık bir biçimde theocentric olduğunu ve bu varlık dünyasının merkezinde Allah’ın hükmettiğini vurgular. Bu dikkat çekici tespitin de işaret ettiği üzere, insanın varlık bilincinin yol ayrımını dünyasının payitahtına Yaratıcısını mı yoksa nefsini mi hâkim kıldığı teşkil ediyor. Bu meselenin ortası yok; Şems-i Tebrizî’nin dediği gibi “Allah’a tapmak, kendine tapmaktan kurtulmaktır!”


Ronald David Laing ise varlık bilincinin kaybedilmesine karşı insanı uyarıyor. “Çağımızdaki birçok insan bir ilahın varlığını ya da yokluğunu değil, varlığının yokluğunu yaşantılıyor” tespitiyle R. D. Laing bu çağın insanının en derin bunalımına işaret ediyor.


Hem kendimizin hem tüm varlıkların hem de en başta Yaratıcımızın varlığının bilincinde olarak yaşayabilmek gibi büyük bir sorumluluğumuz var. Ancak kendimizin ve diğer varlıkların farkındalığını kazanabilmek için Yaratıcımızın varlığının ve her şeye hükmettiğinin bilincine sahip olmamız gerekiyor. Zira O’nu buldukça her şeyi buluyor, O’nu kaybettikçe ise hiçbir şeyi kazanamıyoruz. Rabbimizi bildikçe kendimizi biliyor, kendimizi bildikçe de Rabbimizi bilme sürecini tazeliyor, ilerletiyor ve yüceltiyoruz. Bu manada önümüzde O’nu tanıma ve O’nun nuruyla hem kendimizi hem de tüm varlığı tanıma yolculuğu sürükleyici bir serüven olarak duruyor.


bottom of page