MAHMUT KAPLAN

Bu dünya gurbetine gönderilirken, iki önemli arkadaş bize yoldaş kılınmış: nefis ve kalp. Aslında iki kişi de değil, dönüşmesi her an mümkün olan bir varlık. Ya boynundan tutulup hizaya getirilmedikçe büyük bir düşman, yahut edeb-i Kur’an ile süslendiğinde melekleri imrendirecek bir imkân…
Birincisi bana acımasız bir düşman; bunu görüyor, anlıyor ve bana ettiklerini açık seçik fark ediyorum. Nefsimin beni düşürdüğü tuzaklar sayıya gelmez. Başıma açtığı belaları en azılı düşmanım bile yapmaz.
Aslında nefisten tehlikeli düşmanım da yok diyebilirim. Nefsin çok sağlam teçhizatı ve yardımcıları var. Kimi sağdan kimi soldan yanaşarak, ne yapar eder, sonunda beni kendilerine râm etmenin yollarını bilirler.
Şeytan uzaktan bakıp bendeki bu temsilcisinin, sefirinin yaptıkları karşısında mutlaka ellerini keyifle ovuşturuyordur. Onun işini bu sinsi arkadaş büyük bir keyifle yerine getiriyor, ona ihtiyaç bırakmıyor. Nefis, yaptıklarıyla şeytana “Ben varken sen kim oluyorsun!” der gibi bir tavır takınıyor; yeri gelince en keskin fetvaları vermekte saniye tereddüt etmiyor, en hayırlı bir işe girişmemek için bin dereden maharetle su getirmesini biliyor. Aslında bir örümcek ağından daha zayıf olduğu halde, gafletimden beslenerek azmanlaşıp ruhumu yutma derecesine geliyor. İyiliklere, güzelliklere uzaktan baktırıp küçültürken, yoldaki küçük küçük engelleri dağ gibi göstermekten geri durmuyor. Sözkonusu günahlar, yanlışlar olunca pembe tablolar, iyimser gerekçeler, karşı konulmaz teklifler yaparak aklımı çeliyor, beni baş aşağı uçurumdan yuvarlarken zerre kadar bir pişmanlık duymuyor. Üstelik bunu yaparken dostummuş gibi masum bir tavır takınıyor.
Dost görünümlü bir düşman. Buğday gösterip arpa satan bir düzenbaz. Kaşla göz arasında beni şeytana satan bir hain. Gelin görün ki benden hiç ayrılmıyor, bir an bile yalnız bırakmıyor. Ne yana dönsem yanımda… Bana yaptığı herşey düşmanca. Bazı güzel işlere seviniyor, rıza gösteriyor gibi davransa da, aslında düşmanlığından zerre kadar vazgeçmiyor. Her haliyle sinsi, fırsatçı, iyilik bilmez bir yoldaş…
Nefsin bana yaptıklarını, kandırıp yaptırdıklarının düşmanlığının neticesi olduğunu bu yaşımda daha iyi anlıyorum. Hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir gerçek: nefis bana düşman… Ben bunu bildiğim halde ona düşman mıyım? Onun aldatma ve baştan çıkarmalarına karşı hasmâne bir direnç gösterebiliyor muyum? İşte burası su götürür.
Püf noktası burası. Ben ona düşman olabilsem düğüm çözülecek, fıtratıma uygun adam olmayı başarabileceğim. Nefsimle bu yoldaşlığım zihnimi sürekli uğraştırıyor. Ramazan ayında belki bu sinsi düşmanla baş edecek bir destek bulurum diye kendimi teselli ederken Keçecizade İzzet Molla’nın bir beytiyle yalnız olmadığımı farkettim. Şairin Divan’ını karıştırırken onun da benimle aynı soruları ve sıkıntıları yaşadığını anladım, hayret ettim. Bir bakıma yalnız olmadığıma sevindim. Aksini söylesem düşmanın oyununa gelmiş olur muyum, bilemem?
Şöyle diyor şair:

Nefsimin bana adû olduğunu fehm ederim
Ben dahi nefsime yâ Rab olabilsem düşmen
Ya Rab! Nefsimin bana düşman olduğunu anlarım (bilirim); (keşke) ben de nefsime düşman olabilsem!
ÖZET
Hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir gerçek: nefis bana düşman. Peki ben bunu bildiğim halde ona düşman mıyım? Püf noktası burası…