top of page

Mümkün: Hiç Mümkün Müdür?

İSMAİL LATİF HACINEBİOĞLU

Temel bir felsefe ve mantık kavramı olarak imkân, dilde, zihinde veya dış dünyada herhangi bir varlık alanı ve onun bilgisinin oluşabilmesi için gerekli özellik ve şartların olabilmesidir.


İmkânı var eden olmadığında ya da olamadığında, imkânsızlık var demektir. Mümkün imkâna sahip olan şeydir, ama esas mesele bu imkânın neden, nasıl ve niçin öyle olduğunu bilme tartışmasını sürdürmektir. Çünkü bir kavramın, önermenin akıl yürütme açısından ‘mümkün’ olup olmadığını bilmek mantıksal bir değerlendirmedir.



Doğru ya da yanlış belirlemesinde o ‘şey’in zorunlu olması veya mümkün olması veya olabilmesi bilgi değerini oluşturur. ‘İmkân’ı bilebilmek veya bilememek akıl ilke ve kurallarıyla üzerine inşa edilecek kavram ve hükümlerin her birinin doğruluk değerinin sınırlarını çizer. Aklın ‘mümkün’ ve ‘zorunlu’yu apaçık ayırt etmesi gerekir. Aklen ikisinin aynı anda var olamaması varlık ilkelerine dayanır. Bu, zıtların ayna anda olamayacağı ilkesine dayanır. Mümkünün kesinlikle zorunlu sayılmaması, zorunlunun ise mümkün ile katiyyen karıştırılmaması gerekir. Buradaki kavramın ya da hükmün yanlış konumlandırılması mantıksal süreç ve sonuçların tamamını belirlemektedir.


Tanımı ve özü gereği mümkün olan her ne ise imkâna sahip olduğu için mümkündür. Buradaki ‘imkân,’ olabilme veya olamama gibi aslında son derece açık ve seçik olarak varlık ve onun bilgisi ile ortaya çıkmaktadır. İmkânın bilinebilmesi onun varlığının bilinebilmesiyle belirirken, varlığının bilinebilmesi de imkânını bilmeyi gerektirir. En azından bu imkânın nasıl bilinebileceğinin üzerindeki soruşturmaları zorunluluk ve imkânsızlığı da inceleyerek yapmak gerekir. Zihinde bu zorunlu, mümkün ve imkânsızın (vecihlerin) birarada olamayacağı ilkesinin ve takibinin sürekli olmasına rağmen bilerek veya bilmeyerek birbirleriyle karıştırılması temel bir mantık yanlışı oluşturmaktadır.


Kâinat, bir yönüyle imkâna sahip olan varlıkların oluş ve bozuluşuna sahne olmasıdır. Olanlar, olabilenler, oldurulabilenler ve oluşabilenler anlamında imkân bulan varlık alanlarına verilen bir ad olmuştur kâinat. Mümkünlerin varlığı ve insanın onun bilgisine dair belirlemeleri birbiriyle tam bir örtüşme, yani mutabakat oluşturmalıdır. Mantıksal olarak mümkünlerin varlığının ve onun bilgisinin arasında herhangi bir farklılığa yer olamaz. İmkânın nasıl bilineceği temel sorunu devam ederken imkânın derecelendirilmesi ihtimal sıralamaları ile bir başka probleme de dönüşür.


Ne kadar mümkün olduğu, nasıl mümkün olduğu, niçin mümkün olduğu sorgulanan ‘şey’ aynı zamanda hiç mümkün müdür sorusunun cevabına da dayalıdır. İmkânın bilinmesi, imkânsızın bilinmesine de bağlı olarak zorunlu olanın ne olması gerektiğini de gösterir.


Mümkün oluşu zaman-mekân gibi ontolojik ilişkilerle, açık-kapalı, kesin-kuşkulu epistemik değerlerle, varlığa uygunluğu açısından iyi-kötünün ahlaki değerleri üzerinde veya güzel-çirkin estetik değerler üzerinde ya da olay ve olguların anlam ve hükümlerindeki belirlemelerde aramak gerekir. Bu açıdan doğru, geçerli ve hakikate ait bilginin bu mantıksal analiz zemini üzerinde gerçekleşmesi gerekir.



ÖZET


Aklın ‘mümkün’ ve ‘zorunlu’yu apaçık ayırt etmesi gerekir. Mümkünün kesinlikle zorunlu sayılmaması, zorunlunun ise mümkün ile katiyyen karıştırılmaması gerekir. Buradaki kavramın ya da hükmün yanlış konumlandırılması mantıksal süreç ve sonuçların tamamını belirlemektedir.


bottom of page