top of page

Hasan’ın Dünyası

MUHAMMED ERTAN

Göreve henüz yeni başlayacaktım. Beni ne gibi hayatlar beklediğinden habersiz, Kocamustafapaşa otobüsüne bindim. Son durakta inip okulun olduğu sokağa doğru yürümeye başladım. Navigasyonun da yardımıyla, kısa sürede ulaştım görev yapacağım okula.

Mülteci çocukların eğitim gördüğü bir okula atanmıştım. Öğrencilerimin tamamı Suriye’de savaştan kaçmış çocuklardı ve benim görevim onların hayatlarına dokunabilmekti. Psikolojik danışmanlık bölümünden mezun olmuştum, fakat dört senelik üniversite hayatımda hiçbir derste mültecilere yönelik özel bir eğitim almamıştım. Beni neler beklediğinden habersiz, okula girdim ve müdür beye evraklarımı teslim ettim. Sonrasında öğretmenler odasına geçerek öğretmenlerle tanışmaya başladım. İki Türkçe öğretmeni, on civarında da Suriyeli branş öğretmeni vardı. Kendimi tanıttım. Psikolojik danışman olarak atandığımı söylediğimde, Suriyeli öğretmenlerin birçoğu “Hocam bize de destek olur musunuz?” dediler. O zaman fark ettim yapmam gereken çok iş olduğunu...

Görev yaptığım okul sabah normal ilkokul olarak eğitim veriyor, öğleden sonraları da mülteci çocuklara ev sahipliği yapıyordu. Sabah Türk çocuklar için görev yapan psikolojik danışmanın kullandığı, öğleden sonraları da benim kullanacağım küçük, şirin bir odamız vardı. Benden önce nasıl öykülere şahit olduğunu bilmediğim, fakat benimle birlikte unutulması zor hayat öykülerine şahit olacak küçük şirin oda…

Henüz göreve başlayalı birkaç gün olmuştu. Okulumuzun ikinci sınıf öğrencilerinden Hasan’dan bahsetti Türkçe öğretmeni. Hasan’ın iletişim kurma noktasında sıkıntılar yaşadığını ve korktuğu zamanlar elleriyle kafasını kapatarak sınıf kapısının arkasına sığındığını söyledi. Bu davranışının sebebini merak ettim. İlk etapta ailesinden şiddet görüyor olabileceği aklıma geldi. Teneffüs bitince sınıftan çağırıp Hasan’a ailesiyle ilgili birkaç soru sormayı düşündüm. Zil çalınca da odama çağırdım.

Yüzünde nedenini anlayamadığım hüzünlü bir ifade vardı Hasan’ın. Sekiz yaşındaki bir çocuğun yüz ifadesi değildi bu. Bakalım nasıl bir hayat öyküsü bekliyordu beni. Konuşmaya çalıştım, fakat birkaç kelime hariç Türkçe bilmediğini fark ettim. Benim söylediklerimi az çok anlıyor, fakat kendisini ifade edemiyordu. Boş bir kâğıt çıkararak resim çizmesini istedim ben de Hasan’dan. Evde birlikte yaşadığı insanların resmini çizmesini... Hasan’ı tanıyabilmem için önce ailesini, kimlerle yaşadığını bilmeliydim. Kendisini rahat hissetmesi için de başka tarafa döndüm. Boş kâğıt ve kuru boyalı kalemlerle baş başa bıraktım onu. Beş-altı dakika geçmişti. Hasan “Bitti öğretmenim” diye seslendi bana.

Yüzündeki hüzün ifadesinden, Hasan’ın yetim ya da öksüz olduğunu düşünmüştüm. Fakat çizdiği resim beni rahatlatmıştı. Anne, baba ve dört çocuk vardı resimde. Anne ya da babasıyla görüşüp sınıftaki davranışının sebebini bir an önce bulmalıydım. Türkçe öğretmeninden öğrendiğim kadarıyla, bir de ablası vardı Hasan’ın. Bizim okulumuzda dördüncü sınıf öğrencisiymiş. Zaman kaybetmeden onu çağırdım odama. Hasan kadar yetersiz olmasa da, ablasının Türkçesi de iyi değildi. Ondan da ailesinin resmini çizmesini istedim. Ablasının çizdiği resimde ise dört kişi vardı.

“Kim bu çizdiklerin?” diye sordum Hasan’ın ablası Rua’ya. “Hasan, ben, annem ve babam” dedi. “Dört kişi mi yaşıyorsunuz evde?” diye sordum. “Evet” dedi.

Şaşırmıştım. Ya Hasan anlayamamıştı beni, ya da ortada farklı bir sorun vardı. İdareden rica ederek, Hasan’ın ailesini çağırttım. Kısa süre sonra annesi ve babası okula geldiler. Tercüman vasıtasıyla evde kaç kişi yaşadıklarını sordum. Babası, “Dört kişi yaşıyoruz” dedi. Daha sonra Rua ve Hasan’ın çizdiği resimleri gösterdim. Gözleri doldu ikisinin de. “Hocam, biz iki çocuğumuzu savaşta kaybettik” dedi. Hasan çizdiği resme onları da dahil etmişti. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. “İnşaallah cennette beraber olursunuz” diyebildim gözlerimi kaçırarak. “Allahım, bu ne zor bir imtihan!” diye geçirdim içimden. Bulundukları bölgeye birçok kez saldırı düzenlenmiş. Hasan da, Rua da birçok kez şahit olmuşlar bu duruma. Hasan’ın davranışının nedenini gayet iyi açıklıyordu öğrendiklerim. Belki de hâlâ saf temiz aklında yaşatıyordu ölen kardeşlerini Hasan.

Çocuklarının nasıl öldüklerini hiçbir zaman sormadım onlara. Aynı acıyı tekrar hatırlatmak istemedim. Hiçbir zaman öğrenemedim tam olarak neler yaşadıklarını... Öğrenemezdim de zaten. Tek bildiğim, bu insanlar sadece vatanlarını değil, sevdiklerini, umutlarını ve hayallerini kaybederek gelmişlerdi ülkemize.

Ve benim, bu insanların hayatlarına dokunabilmem gerekiyordu...



bottom of page