top of page

Gönüllü Matrix: Metaverse

BAYRAM İŞLEYEN

Gerçek (hakikat) nedir? Bir şeyin gerçek olup olmadığını nasıl anlarız? İnsanın varlığı ile başlayan bu sorular, bu günlerde “Metaverse” kavramının yaygınlaşmasıyla tekrar gündemimize girmiş olacak ki, internette bu soruları konu alan bir videoyu izlerken buldum kendimi.

Özetle, Metaverse gibi sanal gerçeklik teknolojilerinin bize gerçek hayatı unutturması, bilerek ve severek sanal hayatın gerçek hayatın yerine tercih edilmesi ihtimalinden bahsediyordu endişeyle. Haksız da sayılmazdı sanki. “Gerçek dünyanın sıkıntılarını geride bırakıp sanal dünyada kendimizi daha özgür hissedeceğiz gibi geliyor” demiş videonun altına yorum yapan bir kullanıcı. Üstelik, “Ama bu Matrix ile kandırılmaktan öte birşey değil” itirafını da yaparak.

Gezmek dolaşmak, para kazanmak, yüksek statü sahibi olmak, eğlenmek gibi hayatımızın amacı haline getirdiğimiz işlerin gelecekte bir sanal dünya içerisinde de yapılabileceğini, hatta çok daha kolay bir şekilde yapılabileceğini öğrenseydik, o zaman geldiğinde biz de bilerek ve severek gerçeği unutmayı, Matrix ile kandırılmayı tercih eder miydik?

Sanırım yakın gelecekte her birimiz Matrix filminden tanışık olduğumuz kırmızı ya da mavi hap ikilemini yaşayacağız. Eğer ‘gerçekliğe’ gezmek, eğlenmek, para kazanmak gibi anlamların üstünde bir anlam, bir değer yükleyemezsek, hepimiz mavi hapı bilerek ve severek tercih edeceğiz. Bu duruma düşmemek için ise, algılarımızı düzeltmeye ve “Gerçek (hakikat) nedir?” sorusunu sorup bu sorunun cevabını aramaya ihtiyacımız var.

Sanal gerçeklikle doğru ve faydalı bir ilişki kurabilmek için, öncelikle ‘gerçeklik’ tanımının doğru yapılması gerekiyor.

Gerçek, duyularımızla algıladığımız şeyler midir? Yani dokunabildiğimiz, görebildiğimiz, duyabildiğimiz şeylere mi gerçek deriz? Eğer böyleyse gerçeklik “duyularımızla beynimize iletilen sinyallerdir” gibi bir tanım yapabiliriz. Peki gelecekte bizler hiçbir deneyim yaşamadan da Neuralink gibi teknolojiler sayesinde beynimize bu sinyaller iletilseydi, o an hissettiğimiz şey bizim için ne kadar gerçek olurdu? Anlıyoruz ki, gerçeklik tanımının tutarlı olması için ‘beyne iletilen sinyaller’den daha yüksek bir tanıma ihtiyacımız var.

Felsefe tarihi boyunca ‘gerçeklik/hakikat’ kavramı sürekli olarak tartışılmış, bu tartışmaların nihayetinde birçok teori ortaya atılmış; hatta bu teorilerle birçok felsefeci varlığı(nı) inkâr etmiş ve ‘gerçekliğin hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyeceğini’ savunmuşlardır.

Bana göre böyle bir tabloda insan, insanlığının gerektirdiği anlam arayışıyla, âdeta sonsuz ihtimaller denizine atılmış ve boğulmaya mahkûm edilmiştir.

Hayatı bilinmezliğin acısıyla yaşamaya çalışan insanın elinden vahiy tutmuş, hiçbir kanıta dayanmayan ihtimallerin boğuculuğundan onu kurtarmış, varlıkla ‘ihtimaller’ üzerinden değil, ‘kanıta dayalı, olması zorunlu olanlar’ üzerinden bir ilişki kurmayı öğreterek, onu selamet sahillerine çıkarmıştır. İşte bu noktadan gerçeklik tanımını doğru yapabilmemiz için, Kur’ân’ın varlık tanımına da müracaat edilmesi kaçınılmazdır.

Sanılanın aksine, vahiy bize varlığın kendine ait bir gerçekliğinin olduğunu söylemez. Aksine varlığın kendi başına anlaşıldığında bir perde/oyun olduğunu, insanın ise bu perdelerden geçerek perde arkasındaki mutlak kaynağa dair veriler toplamak için varlığı kullanması gerektiğini ve yaratılış amacının da bu olduğunu söyler. Yani varlık, kaynağına atıfla ancak doğru anlaşılabilir ve hakikati/gerçekliği bilinebilir. İnsan ise varlığın gerçekliğine/hakikatine ulaştıkça, topladığı verilerle sonsuza uzanan ihtiyaçlarını ve korkularını tatmin edebilecek hale gelir.

Meselâ, vahyin öğretisiyle bir portakalın gerçekliğine ulaşmaya çalışan bir insan, portakalın var edilmesine doğa kanunları ile silsile şeklindeki birçok sebebin ve tesadüfün elinin yetişemediğini görür. Portakalı ortaya çıkarabilecek başka bir güç arar. O güce karşı tanımlamalarını da yine portakal üzerinden yapar: renklendirebilen bir Yaratıcı, koku verebilen bir Yaratıcı, beni(m bağışıklık sistemimi) bilen bir Yaratıcı, ölçülü iş yapan bir Yaratıcı, hayat veren bir Yaratıcı, israf etmeyen bir Yaratıcı, herşeye gücü yeten bir Yaratıcı, beni seven bir Yaratıcı… Elde ettiği bu ve bunun gibi sonsuz tanımla da, insan gerek hayatı boyunca, gerek hayatı sonrasındaki merhamet, adalet, güç arayışları için tutunacak sağlam bir dal bulur.

İnsanın gerçeklik algısını böyle bir metotla inşa etmesiyle, gerçeklik daha önceki ‘gezmek, eğlenmek, para kazanmak…’ gibi tanımlardan çok daha yüksek bir tanım/anlam kazanır. Varlığı kaynağına atıfla yorumlayarak, kazandığı tanımlarla sonsuz ihtiyaçlarını ve korkularını giderebilecek bir hale gelen insan, zahiren ne kadar zor da olsa, acı da olsa kırmızı hapı (gerçekliği) tercih etmek için bir sebep kazanmış olur.

Fakat varlığı kaynağından kopuk, yalnız kendisi olarak ve kendisi için yorumlayan bir insanın mavi hapı (sanal hayatı) seçmemesi için hiçbir sebebi yoktur. Çünkü hem daha rahat, hem daha kolaydır…




ÖZETLER:


Sanırım yakın gelecekte her birimiz Matrix filminden tanışık olduğumuz kırmızı ya da mavi hap ikilemini yaşayacağız. Eğer ‘gerçekliğe’ gezmek, eğlenmek, para kazanmak gibi anlamların üstünde bir anlam, bir değer yükleyemezsek, hepimiz mavi hapı bilerek ve severek tercih edeceğiz.


Bu duruma düşmemek, sanal gerçeklikle doğru ve faydalı bir ilişki kurabilmek için, öncelikle ‘gerçeklik’ tanımının doğru yapılması gerekiyor. Gerçek, duyularımızla algıladığımız şeyler midir?



bottom of page