AHMET GÜLER

Anadolu’nun herhangi bir ilçesine yolunuz düşmüşken pazarın kurulduğu gün üretici pazarına uğrarsanız, sizi şaşkına çevirecek bir gerçekle karşılaşırsınız. Taşıdığı nüfusa, satınalma gücüne ve ülkenin her tarafında yetişen ürünlerin kamyonlarla oralara aktığına bakılacak olsa, farklı türlerde sebze ve meyveye en çok büyük şehirlerin pazarlarında rastlanması gerekir. Ama durum öyle değildir.
Pek çok Anadolu ilçesi, büyük şehirlerde asla karşılaşmayacağınız bir ürün çeşitliliği içerir. Mesela İstanbul’da asla görmediğiniz türde üzümler, incirler, armutlar, şeftaliler, elmalar, salatalıklar, domatesler, biber, fasulye ve patlıcanlar bu ilçelerin pazarında karşınıza çıkar.
İstanbul’un büyük bir semt pazarında mevsimine göre en fazla dört veya beş çeşit üzüm bulurken, oralarda mesela onlarca çeşit üzüm görmeniz mümkündür.
Neden böyledir?
Çünkü oralarda, hâlâ daha tarımın ‘endüstriyel’ hale gelmediği zamanlardan kalma ağaçlar, asmalar ve tohumlar vardır. Hepsinin, renk ve görünümleri yanında, tatları da farklıdır; hatta her birinin kullanıldığı durumlar bile farklıdır. Dahası, temel gıda değerleri açısından hepsi aynı sebze veya aynı meyve olduğu halde, her biri onu özgün kılan bir gıda ve şifa değeri taşımaktadır. Ama böyle nice tür verimi az, bakımı zor olduğu için zamanla terkedilmiş ve yok olup gitmiştir. Bazılarının varlığı ve üretimi devam ediyorsa, ya onlara kıyamayan, bir ata yadigârı olarak saklamayı âdeta bir vefa borcu olarak gören bir üretici vardır; yahut yerel pazarda özellikle o tat arandığı için bazı üreticiler tarafından yerel ölçekte ve kısıtlı miktarda üretimleri devam etmektedir.
Türkiye için geçerli olan bu durum, aslında bütün dünyanın gerçeği. Büyük şehirler demek, uzak diyarlardan bu şehirlere kamyonlarla sebze ve meyve taşınması demektir. Hem o şehirlerin uzak diyarlardan gelen gıdaların satıldığı pazarları için sevkedilen sebze ve meyvelerin raf ömrünün uzunluğu önemli olduğu gibi, bilhassa büyük zincir marketler açısından bir de rekabete dayanıklı bir fiyat aralığına sahip olması çok önemlidir. Dolayısıyla, başta kapitalizmin bir numaralı beldesi ABD olmak üzere bütün dünyada gitgide ürün çeşitliliği kaybolmuş; zira çiftçilerin üretimi yıldan yıla büyük alıcıların taleplerine, hatta bazı durumlarda ‘buyruklarına’ göre biçimlenmeye başlamıştır: çok olsun, ucuz olsun, dayanıklı olsun...
‘Endüstriyel tarım’ın kâinattaki her bir gıda türünde varolan çeşitliliği neredeyse öldürdüğü böylesi bir dünyada, Kuzey Carolina’lı bir kimya mühendisi olan Tom Brown, 1998’de bir üretici pazarında sepetlere yerleştirilmiş tuhaf görünümlü elmaların olduğu küçük bir tezgâha rastlar. Parlak yeşilden çizgili sarıya, günbatımı pembesinden morumsu siyaha varan apayrı renkleriyle, kimi erik kadar küçük kimi avuç içine zor sığacak kadar büyük elmalar... Brown, merakla satıcıya bu elmaların isimlerini sorar. Her birinin, bir kısmı mahalli çağrışımlar taşıyan garip isimleri vardır. Merakını celbeden bu elmalardan bazısını daha orada tadar. Kimi armut gibi yumuşak ve bal gibi tatlı, gibi şeftali gibi gevrek, kimi hindistancevizi kıvamında derken, sadece görünümleri değil tatları da farklı olan bu elmalar onu heyecanlandırır. İşte o anda, tezgâhın başındaki çiftçiyle arasında, sonradan bu çiftçinin vefat ettiği zamana kadar sürecek bir sıkı dostluğa dönüşecek uzun bir sohbet başlar. Elmaların sahibi Maurice Marshall, sattığı elmaların 1700’lere kadar dayandığını, ama 1950’lerde artık ticarî dolaşımdan kaybolup gittiklerini söyler. Ama kendisi, Apalaş dağlarındaki eski çiftlik ve bahçeleri dolaşarak topladığı çeliklerle bu elmaları yeniden yetiştirmeyi başarmıştır.
Bunu öğrendiğinde, emekliliğin eşiğindeki kimya mühendisi Brown, “Elli veya yüz senedir kimsenin tatmadığı bir elmayı bulmak çok güzel birşey olsa gerek” diye düşünür. Emekliliğinde yapacağı şeyi kafasında netleştirmiş gibidir. Bir hazırlık aşamasından sonra, 2001’de kafasına koyduğu şeyi yapmaya koyulur. Emekli kimya mühendisi Tom Brown, artık bir elma avcısıdır ve bazan bir dedektif gibi iz sürerek kaybolmuş elma türlerini aramaktadır.
Brown, o tarihten itibaren kaybolmuş elmaları bulmak için her sene yaklaşık elli bin kilometre yol kat eder. Çoğunluğu seksen doksan yaşına gelmiş insanlara ulaşır, büyükdedemin köyünde şu vardı, büyükninemlerin şuradaki çiftliğinden şöyle elmalar gelirdi diye başlayan bilgilerin peşine düşerek, büyük çoğunluğu terkedilmiş, bir kısmı artık ormana dönüşmüş diyarlarda kaybolmuş, bir kısmı yok olmak üzere olan, bazısından belki dünya üzerinde sadece bir ağaç kalmış elma türlerinden, eğer bir çelik edinebiliyorsa edinir ve onları Miras Elmaları adını verdiği iki dönümlük bahçesinde yeniden yetiştirmeye başlar. Elma avcısı Brown böylece yaklaşık çeyrek asır boyunca kaybolmak üzere olan 1200 çeşit elmayı yok olmaktan kurtarır ve onlardan 700’ünü yeniden yetiştirmeyi başarır. Bu elmaların büyük kısmı, yüz senedir ticarî olarak satılmamış durumdadır ve bazıları kendi türlerinin bilinen son ağaçlarından klonlanmıştır. Benzer durumda daha binlerce farklı türün olduğunu söylemektedir Brown. Bakımı ve üretimi terkedildiği için bu türün son meyvelerini veren ağaçlar fırtınalara, yanıklara ve yaralara, böceklere ve başka tehditlere maruz kalmaktadır; bu yüzden Brown, hobi olarak başladığı bu işi bir tür ‘zamana karşı yarış’ olarak görmeye başlamıştır.
Ohio’daki Muskingum Üniversitesi’nden Amerikan tarihi profesörü ve American Orchard kitabının yazarı William Kerrigan, elma avcısı Tom Brown’ın bu konudaki tesbit ve endişelerini doğruluyor. Kerrigan’ın belirttiğine göre, 1905’te ABD’de yaklaşık 14.000 çeşit elma vardı. O dönemde elma bahçelerinin çokluğu ve bu kadar fazla çeşidin olması, Avrupa’dan Amerika’ya göç süreciyle birebir ilgiliydi. Birçok yerde temin edilen ve sıhhi olmayan suyu doğrudan içmek kıtanın yeni sakinleri için hastalık sebebi olabiliyordu ve bu sebeple, yetişmesi kolay olan elma ağaçları dikerek elmanın suyunu değerlendirmek yoluna gidilmişti. Elma avcısı Tom Brown, tarihçi Kerrigan’ın sözlerine bir ilavede bulunuyor ve Apalaş çiftçileri için “çeşitli türler barındıran bir meyve bahçesi hem hayatta kalmak hem de iyi beslenmek için temeldi” diyor. “Hedef, Haziran’dan Kasım’a kadar taze elma toplayabilmek ve yıl boyunca çeşitli meyve tedarik edebilmekti.” Kalın tenli, geç olgunlaşan çeşitler, kış mevsiminde posalı ikramlar sağlıyordu. Diğerleri kızartma, fırınlama, dehidrasyon, sirke yapma ve çiftlik hayvanlarını besleme gibi bir dizi ihtiyaç için kullanılmaktaydı.
Fakat bu gelenek, şehre göç, endüstriyel tarım ve şirketleşmiş gıda sistemleri tarafından aşındı ve nihayetinde yok oldu. Büyük şirketler, çabuk olgunlaşan ve uzun mesafelere taşınmaya uygun elmalara geçtiler. 1950’ye gelindiğinde, küçük meyve bahçelerinin çoğu kapanmak zorunda kalmıştı. 1990’ların sonunda, ABD’de artık ticari üretimi yapılan 100’den az elma çeşidi vardı ve bunlardan sadece 11’i market ve manav satışlarının yüzde 90’ını oluşturuyordu.
Uzmanlar, yüz yıl önce ABD’de yetişen 14.000 elma türünden yaklaşık 11.000’inin neslinin tükendiğini tahmin ediyorlar. Bu sebeple, çeyrek asırdır zamana karşı yarışan 79 yaşındaki elma avcısı Tom Brown, şimdilik 1200’e ulaştığı ‘kurtarılmış elma türü’ sayısını daha yukarılara çıkarma telaşında. Haftanın üç günü bir dedektif gibi kaybolmuş elma türlerini bulmaya ayıran, bunun için yollar kat edip dere tepe iz sürerek birçok diyar gezen Brown, diğer günlerde ise bulduğu kayıp türlerden elma fidanı yetiştiriyor ve yetiştirdiği fidanları kâr amacı gütmeyen miras bahçelerine dağıtıyor. Neyse ki, bu çabasına destek veren başkaca kişilerin yanında, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları da var.
Elma sözkonusu olduğunda ABD’de yaşananlar bize ne kadar tanıdık geliyor, değil mi? Elma, armut, üzüm derken, birçok meyve, sebze ve hububat türü için benzer bir daralma va tükenme sürecini biz de yaşıyoruz.
Temmuz sayımızda Şehadet Çitil’in, Ağustos sayımızda Nardane Kuşçu’nun benzer çabalarına yer vermiştik ‘Başarı Öyküleri’ bölümümüzde. Endüstriyel tarımın egemenliğiyle yitip giden türler ve bu bağlamda ABD’de 14.000 elma türünün yaşadığı yıkım dikkate alındığında, bu emeklerin her birinin neden birer ‘başarı öyküsü’ olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Kur’an-ı Hakîm, Allah’ın varlığını ve birliğini bildiren âyetler arasında, ‘dillerimizin ve renklerimizin farklılığı’na da dikkat çekiyor (bkz. Rûm, 30:22). Rûm sûresindeki bu davetin izini sürersek, kâinattaki büyük çeşitliliğin her bir unsurunu O’nun âyetleri olarak okumamız mümkün. Yaratılmış her bir tür O’nun âyetlerinden. Dolayısıyla, bu âyetleri korumayı ve yaşatmayı amaç edinen her çaba—bu şekilde ifa ve ifade edilmemiş olsa dahi—takdiri ve alkışı hak ediyor.
Velev ki hiç kimse takdir etmemiş olsun, bu çabayı gösterenler için, kendi içlerinde yaşadıkları coşku ve sevinç yola devam için yetip de artıyor olmalı. Elma avcısı Brown, “Bir elma çeşidini neslinin tükenmesinin eşiğinden kurtarmak mucizevî bir duygu” diyor nitekim. “İnanılmaz derecede ödüllendirici ve inanılmaz derecede bağımlılık yapıyor!”
(Kaynak: https://www.atlasobscura.com/articles/heritage-appalachian-apples)
ÖZETLER
Kuzey Carolina’lı bir kimya mühendisi olan Tom Brown, 1998’de bir üretici pazarında sepetlere yerleştirilmiş tuhaf görünümlü elmaların olduğu küçük bir tezgâha rastlar. Merakını celbeden bu elmalardan bazısını daha orada tadar. Bu elmaların hikâyesini öğrendiğinde, emekliliğinde yapacağı şeyi kafasında netleştirmiş gibidir.
Tom Brown, üç yıl sonra, 2001’de kafasına koyduğu şeyi yapmaya başlar. O artık bir elma avcısıdır ve bazan bir dedektif gibi iz sürerek kaybolmuş elma türlerini aramaktadır. Çeyrek asır içinde yok olmak üzere olan 1200 türü bulur ve bunlardan 700’ünü bahçesinde yeniden yetiştirmeyi başarır.
Büyük şirketler, çabuk olgunlaşan ve uzun mesafelere taşınmaya uygun elmalara geçince, toplamda binlerce çeşit elmayı barındıran küçük meyve bahçelerinin çoğu devredışı kaldı. 1990’ların sonunda, ABD’de artık ticari üretimi yapılan 100’den az elma çeşidi vardı ve bunlardan sadece 11’i market ve manav satışlarının yüzde 90’ını oluşturuyordu.
Uzmanlar, yüz yıl önce ABD’de yetişen 14.000 elma türünden yaklaşık 11.000’inin neslinin tükendiğini tahmin ediyorlar. Çeyrek asırdır zamana karşı yarışan 79 yaşındaki elma avcısı Tom Brown, şimdilik 1200’e ulaştığı ‘kurtarılmış elma türü’ sayısını daha yukarılara çıkarma telaşında.