Mustafa Said İşeri

Kudretin sihri ilkbaharı coşkulu bir diriliş mevsimi kılar. Toprak milim milim işlenir, yeşillenir. Dirilişin boyası şehre de uzanır. Filizlenmek isteyen tohumlar şehrin betonlarının arasından başını çıkarabildiği en küçük bir aralığı da değerlendirir. Kaldırım taşlarının aralarına kadar her yer yeşilliklerle nakış nakış dokunur.
Bitkiler ve yeşillikler ise nice kuş ve böcek ile şenlendirilir. Üstümüzden, yanımızdan çeşit çeşit kuşlar, kırlangıçlar, kelebekler olağanüstü manevralarla kanat çırparak geçer.
Yürüdüğümüz yollarda ise—farkına varmasak bile—bizimle yürüyen minik yoldaşlarımız eksik olmaz. Başımızı önümüze eğip adımlarımıza dikkat kesildiğimizde pek çok küçük canlının çevremizde telaşla koşuşturduğunu görebiliriz. Hatta bazen evlerimize konuk olarak geldikleri de olur.
İlkbahar ve yaz aylarında başımı önüme eğdiren yürüyüşlerimde şehrin içinde ne kadar çok sayıda karıncanın bizimle aynı yolu paylaştığını hayretle izlerim. Bu minik adımlarla adımlarımın kesişmemesi için hızlı ve çevik manevralar yapmak gibi vicdanî bir sorumluluğun omzuma yüklendiğini hissederim. Ancak hem yerdekileri hem de karşımızdakileri dikkate alarak yürüyebilmek hiç de kolay değil.
Karıncalar ile her karşılaşma ânımda Neml suresinin onsekizinci ayetindeki kraliçe karıncanın seslenişi kulağımda çınlar. Kraliçe karıncanın “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi ezmesin” ikazı Kur’anî bir nefesle vicdanımın derinliklerinde yankılanır. Yüzümde ise—Süleyman aleyhisselamın gülümsemesi gibi—fıtrî bir tebessüm belirir.
Zemahşerî, Keşşâf isimli tefsirinde Süleyman aleyhisselamın gülümsemesinin iki sebebi olduğunu belirtir. Birincisi, kraliçe karıncanın sözündeki ‘farkında olmadan’ vurgusunun Süleyman aleyhisselamın ve askerlerinin merhamet ve şefkatlerinin, aynı zamanda takva konusundaki hassasiyetlerinin ülkenin her yanında meşhur olmasının bir işareti olmasından memnuniyetidir. İkincisi ise Süleyman aleyhisselamın küçük canlıların son derece düşük frekanstaki seslerini işitip algılama ve tam olarak anlama gibi bir ilahi ihsana mazhar olmasına şükrünün bir yansımasıdır.
Betonarme yapıların işgaline uğramış şehirlerimizin bir karınca vadisi olmaktan çok uzak olduğunu düşünebiliriz. Ama inanılmaz sayıda karıncanın bizimle aynı toprakları paylaştığını az bir dikkatle fark edebiliriz. Lakin bizim Süleyman aleyhisselam gibi karıncaların seslerini işitip anlayacak herhangi bir yeteneğimiz bulunmuyor. Onun ve ordusunun şefkat, merhamet ve takva hassasiyetinden çok uzak bir yaşam tarzımızın olduğu da bir vakıadır.
Günümüzde şehrimizin karıncaları, insanlardan gelebilecek tehlikelere karşı onları ikaz edip koruyacak kraliçe karıncaların sözlerine çok daha fazla muhtaç. Fark etmiyor ve önemsemiyoruz belki ama, şehrimizde her gün nice karınca ezilerek ya sakatlanıyor ya da ölüyor. Lakin şehrimizin ve mevcut medeniyetimizin bu manada ne bir gündemi var, ne de bir kaygısı.
Karıncanın hayat hakkına değinince Bayezid-i Bistâmî hazretlerinin kıssasından bahsedilmezse sanırım eksik kalır. Bu kâmil insan hac dönüşünde Hemedan şehrine uğrar, pazardan usfur çiçeği tohumu satın alır. Bistam’a gelip torbayı açtığında görür ki, tohumların arasına bir miktar karınca karışmış. Karıncaları anavatanlarından ayırmaya hakkı olmadığını düşünerek hemen onları Hemedan’a geri götürür.
Bistam-Hemedan arası yediyüz kilometre; gidiş-geliş olarak düşünüldüğünde bindörtyüz kilometrelik uzun bir mesafe. Mekke-Bistam arasının yaklaşık üçbin kilometre olduğu dikkate alındığında, Bayezid-i Bistâmî hac yolculuğunun neredeyse çeyreği kadar bir mesafeyi birkaç karıncanın anavatanına kavuşması için katetmiştir. Onu bu seyahate tereddütsüz çıkaran ahlak üzerine ciddi manada düşünmemiz lazım.
Karıncanın hukuku denince, Bediüzzaman Said Nursi’den bahsetmeden olur mu? O, gençlik yıllarında çorbasının tanelerini cumhuriyetperverliklerine hürmeten karıncalara vermiştir. Ona göre hayat sahibi olması sebebiyle karınca yerküreden daha büyüktür. Zira varlık terazisinde (mîzânü’l-vücûd) tartıldığında karıncanın dünyası yerküreden ağırdır.
Başta insan hayatı olmak üzere bitki ve hayvan her türlü hayatın kıymetini takdir etmekte ciddi sorunlarımız var. Yeryüzünde masumların kanlarının dökülmesine duyarsızlaşan bîçare insanoğlu karıncanın hukukunu da takdir edemiyor. Oysa yeryüzünün halifesi haksız yere kan döker mi? Aksine bundan olabildiğince uzak kalır ve çevresindeki en küçük bir tahribata karşı oldukça hassas davranır. İnsanlığını koruyabilen bir insan canlıların ve tabiatın kıymetini takdir eder ve etrafına her daim can verir.