top of page

BAŞARI HİKAYELERİ: Bu camide hayat var!

MEHMET KAPLAN

Günlerden bir gün ayaklarınız sizi İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki, bulunduğu semte de adını veren Hasan Paşa Camiine götürürse, bambaşka bir cami manzarasıyla karşılaşırsınız. Hayatla namazı bölen ve ayıran bir anlayışın tezahürü olarak sadece namaza indirgenmiş, hatta namazın ilk vakitleri dışında kapıları kapalı camilere alışkın olanlar, Hasan Paşa Camiinin sabah namazı ile başlayan yatsı namazı sonrasına kadar devam eden, vakit aralarında da sürekli faaliyetlerin olduğu bir mekân olarak gördüğü işlev ve vazifeler karşısında eminim şaşıracaklardır. Namazı hayattan soyutlamış, camileri de bu hayattan soyutlanmış haliyle namaza indirgemiş bir yaklaşımın aksine, Hasan Paşa Camiinde, Peygamber mescidinin, Mescid-i Nebevî’nin örnekliği yaşanıyor. Namazla hayatı bütünleştirmiş bir anlayışla, Hasan Paşa Camii hayatın bütününü kuşatıyor.

Alışılagelmiş imam portresinin dışında bir imamın bu camiye gelişi sonrasında yaşananlar, hayret ve hayranlık uyandırıyor insanda. Kadıköy’ün merkezi sayılabilecek, dolayısıyla muhtaç çok insanı barındıran bir muhitte, Aşhane projesi üzerinden günlük bin kişilik çorba üretiliyor; sadece camide değil, İstanbul’un belli mahallerinde gece yarılarına kadar dağıtılıyor meselâ. Kış aylarında cami geceleri sokakta kalanlar için sıcak bir yuvaya dönüşüyor. Bazı günler Kızılay’a kan bağışında bulunulan bir revir, bazı zamanlar mahallelinin kaynaşması ve tanışmasına vesile olacak yöre günlerinin organize edildiği bir buluşma yeri, bazı günler derin entellektüel mevzulara dair sunumların yapıldığı bir ilim mecraı.

Hasan Paşa Camiinin gördüğü bu işlev, en başta cami çevresindeki esnaf ve semt sakinleri olmak üzere, pek çok insanın dikkatini çekmiş. Zaten onların desteğiyle, adım adım, omuz omuza cami bu işlevlerin hepsini ifa eder hale gelmiş. Bugün de, zekât ve sadakaları ile hayrî hizmette bulunmak isteyenlere birçok alanda verdiği hizmetlerle açık bir kapı sunan bu cami, üniversiteli erkek ve kız öğrencilere barınma, yemek ve burs desteği sağlayarak, Türkiye’nin farklı yerlerinde Türkiye Diyanet Vakfı öğrenci evlerinin doğuşuna beşiklik etmiş. Hasan Paşa Camii’nin avlusunda insanlar gelip muhabbet edebildikleri gibi, çocukların masa tenisi, voleybol ve basketbol oynayabileceği alanlar da oluşturulmuş. Bu camide madde bağımlılarıyla özel olarak ilgilenilmekte. Öğrenci çalışmaları, eğitim danışmanlığı, evlenecek gençlere sağdıçlık ve aile huzursuzluğu yaşayanlara danışmanlık gibi hizmetler de verilmekte. Gece ihya programları, hatimle teheccüdler, Ramazan ayında itikaflar ve yıl boyu devam eden sabah ve ikindi mukabeleleri ve farklı sosyal ve entelektüel faaliyetleriyle yirmi dört saat açık ve sürekli hayatın içinde olan Hasan Paşa Camii, bu özelliğiyle Türkiye’nin farklı camileri için de ilham kaynağı olmuş ve bu model adım adım örnek alınıp uygulanmaya başlanmış.

Bu faaliyetlerin merkezindeki isim olan Hasan Paşa Camii imamı Levent Uçkan ile konuştuğumuzda, “Camiyi israf etmeden nasıl ihya edebiliriz?” sorusundan hareketle yola çıktığını ve imamlık mesleğini böyle bir vasatta tercih ettiğini söylüyor.

1971 Üsküdar doğumlu olan Levent Uçkan, 2007 yılında imamlık görevine başlamış, iki farklı camide görev yaptıktan sonra Ocak 2008’de Hasan Paşa Camii imamlığına tayin edilmiş. Ondört senedir bu camide görev yapıyor. İmamlık görevinden önce öğretmenlik, dernek faaliyetleri ve vakıfçılık hizmetlerinde bulunmuş Uçkan. Ayrıca, doktoralı bir imam kendisi. Bugüne kadar yaptıklarını “Gençlik yıllarından itibaren farklı meslekler yapmış olsam da, aslında yaptığım şey tekti: okumak, anlamak ve anladıklarımı başkalarına paylaşarak insanların hayatlarına dokunabilmek” diye özetliyor.

Uçkan, yaptıkları cami çalışmasını “gerçekten cami olabilecek, ümmetin farklı kesimlerinin namaz kıldığında, ibadet ettiğinde ve hizmet ürettiğinde kendini baskı altında hissetmeyeceği bir üst çatı oluşturulabilir mi anlamında, bir ar-ge laboratuvarı olarak gördüğünü ve bundan dolayı her sene burada bir proje uygulamaya çalıştığını” söylüyor. Bundan dolayı her yıl yapılan faaliyetlerin farklı bir isimle ön plana çıkarıldığına dikkat çekiyor: “Bazen zekât camileri, bazen yardım kampanyalarında çok daha etkin bir cami, bazen bağımlılarla-bağımlılıkla mücadele, bazen sokak çocukları, bazen sokaktaki kimsesizler, bazen aşhane projesi vb.”

İyisi mi biz aradan çekilelim, sadece sorularımızı soralım, Hasan Paşa Camiinin bu sıradışı ve örnek hikâyesini kendisinden dinleyelim:


Hasan Paşa Camiindeki bu çalışmalara nasıl başladınız?


Çalışmalara başlarken temel sorumuz, burayı israf etmeden nasıl kullanabiliriz sorusuydu. İstatistiklere bakarsak, Türkiye’de her gün iki cami inşa edilerek, onlarca milyon liralık yatırımlar yapılıyor. Buraların elektrik, ısınma ve su masraflarıyla, personel maaşıyla falan bakıldığında yıllık olarak da yüzbinlerce lira harcanıyor. Dolayısıyla kamuda da, özel sektörde de olsa, bu kadarlık bir yatırım ve bu kadar bir işletme gideri varsa, yatırım yapılan bu mekânın mutlaka etkin kullanılması gerekir. Günümüzde camilerin Türkiye’de ve İslam dünyasındaki kullanımında, namaz merkezli diyebileceğimiz bir kullanım var. ‘Namazın camisi’ dediğimiz mekânı daha da büyütüp genişleterek ‘zekâtın, gençlik çalışmalarının, ilmi faaliyetlerin, hayatın bütününün camisi’ haline nasıl dönüştürebiliriz diyerek çalışmalarımıza başladık.

Mevcut durumda iki-ikibuçuk saatlik bir namaz merkezli mesai var. İnsanlar nasıl ki sekiz, on, oniki veya onbeş saat çalışarak rızıklarını bir şekilde helalleştiriyorlar. Biz de daha önceki meslek hayatımızdaki tecrübelerimizi buraya taşıyarak namaz mesaisi dışında da birşeyler yapmak sûretiyle rızkımızı helalleştiriyoruz Daha önce bir süre öğretmenlik yaptım, uzun yıllar organizasyonlarda sorumluluk aldım var, biraz işte ilahiyatçılığımız var, şu var, bu var derken, sizde hangi özellikler varsa onun açılımı diyebileceğiniz şeyler de yavaş yavaş öbeklenmeye başlıyor.

Başarıyı dünyevî sonuç alma açısından tanımlayacaksak, hedefe ulaşamadık; ama eğer başarı emek ve gayretse, bir emek ve gayretimiz var ve şu ana kadar yaptıklarımız bize yolda olmanın önemini ders veriyor.

Burada çalışmalar nasıl yürütülüyor?


Burada pek çok şey gönüllüler aracılığıyla yapılıyor. Kadın ve erkek yaklaşık elliye yakın gönüllüsü var caminin. Günlük kullanımda, öğrenci olmadığı dönemlerde kırkbeş dakika ile bir saat arasında, yazın öğrenci faaliyetlerinin ve daha yoğun kullanımların olduğu günlerde ise günde iki defa temizlik işi var caminin. Bu temizlik işinin nöbet günleri var. O günün gönüllü nöbetçisi meccanen gelip temizlikleri yapıyor.

Cami cemaatine, namaz kılmak ve Kur’an tilaveti yanında, burada yapılan bir faaliyete katkı yaparak bundan da bir sevap kazanabilir, bir hayır üretebilirsin diye yaklaşıyoruz. Yetmiş-yetmişbeş yaşlarında emekli bir insan elinde toz beziyle camide temizlik yapıyorsa bu beni tatmin ediyor ve diyorum ki bu kıvam tutmuş. Nöbetçi olmadığı günde de talimat beklemeden bahçede çiçekleri sulayıp bakımlarını yapan başka birini görmek işin kıvam tutup fıtrîleştiğini hatırlatıyor ve bizi mutlu ediyor.

Tanımı şöyle yapıyoruz: türbelik insan. Görev süremiz bittiğinde türbelik insan olabildik ve üretebildiysek, mana tahakkuk etmiştir. Biraz daha açayım: Tarihte hep böyle olmuş, padişahlar ve paşalar tarafından camiler yapılmış, ama bunların işletilmesini manevî erenler, babalar sağlamış. Yarı esprili diyoruz ki, sen aşevinin, sen temizliğin, sen kültür işlerinin anası ol, babası ol. Böylece imece usulü ile işi kültürlemeye çalışıyoruz. Derdimiz yemeğin çıkması kadar, diğer işlerin yapılması kadar, bu işlerin bunları yapan bizlerin eğitiminde bir parça olarak kullanılması. Üst başlıkta insan olma çabası ve caminin yaşayan cami, hayatın merkezinde bir cami olabilmesiyle alâkalı bir ufka doğru insanların motive edilmesi var.


Bu çalışmalarınızda motivasyon kaynağınız nedir ve sizce bir cami ne yapılırsa yaşayan cami olur?


Müezzin evladı olarak çocukluğum cami ve bahçesinde geçti. Ailem dindar muhafazakâr bir aileydi, bu kültür içinde büyüdüm. İslamî STK, vakıf ve derneklerin hizmet ettiği bir ortamda, oralardan öğrendiğimiz şeyleri camiye taşımış olduk. Üst ideal olarak, ümmetin yeniden üretilmesine çalışıyoruz. Ümmetin birçok alt kümesi var. Bunların kendi vakıfları, dernekleri, yurtları, dergileri var; ama bu yapılar tarikat insanı, cemaat insanı, siyasal insan üretiyor. Ümmetin üretilmesi için bu alt parçalara ihtiyaç olsa da, o camii üst kimliğinin felsefesi tekrar yapılıp üretilmediğinde birşeyler eksik kalacak. Ümmet nerede üretilecek dersek, işte saydığımız bu alt kümelerde ümmet üretilemez. Buralarda ancak ihtisas alanları üretilebilir. Ümmetin birbiriyle tanışıp, birbirine sabredip anlaşacağı ve bütün renkleriyle bulunacağı yer alt kümeler değil, camidir.

Mihrap ve minberden fraksiyonel bir dil kullanılıyorsa, bir grup bundan memnun olabilir ve onlar için o cami çok etkin bir cami olarak görülebilir; ama orası ümmetin üretildiği bir cami olamaz. Bu açıdan bakılırsa günümüzde yeryüzünde bir tane dahi caminin olmadığını ve ümmetin probleminin de bu olduğunu düşünüyorum. Yüz-ikiyüz yıldır o cami kültür ve örfünden uzağız. Biz bu kültür nasıl üretilebilir diye soruyoruz, üretmenin araştırması ve gayreti içerisindeyiz. Şunu da söyleyeyim, burada saymış olduğumuz faaliyetlerin olması oranın yaşayan, canlı cami olduğu anlamına gelmiyor. Bu faaliyetler sadece bir fraksiyonun lojistik desteği ile yapılıyorsa ve onların kontrolündeyse o cami bir miktar canlılık gösterir, ama gerekli mihrap ve minber canlılığı yine de sağlanamamıştır.


O halde, İslam tarihinde mescidin, caminin rolünü biraz açar mısınız? Günümüzde ne yapılırsa camiler ihya edilmiş olur?


Cami ihya çalışmalarında, farklı ortamlarda ve piyasada Asr-ı Saadette cami şöyleydi, böyleydi sözleri duyuyorum. Cami ihyasında bu söz proje itibarıyla birşey ifade etmiyor. Çünkü bu -di’li geçmiş zamandır. -Di’li ve -miş’li geçmiş zamanı, an ve gelecekle ilgili, -yor ve -cek’le alakalı projeler haline dönüştürebilmek çok daha fazla entelektüel çaba gerektiriyor. Katıldığımız birkaç istişarî zeminde bu cümleler kuruluğunda konunun nereye gideceğini anlıyorum.

Modern çağda caminin ihyası dediğimiz zaman birkaç muhatap kesim var. İslamcı kesim, halk kesimi, bir de seküler, hatta retçi diyebileceğimiz bir kesim var. Her birisi ihya dediğinizde farklı birşey anlıyor. Bir kesim ihya denince bundan ürkebiliyor. Ki şöyle birşey anlaşılıyorsa ben de korkar ve ürkerim: “Asr-ı Saadette hüküm de orada veriliyordu, devlet de orada yönetiliyordu, suffa da, şifahane de, aşhane de oradaydı” şeklinde başlayıp cümlelerle modern devlette bakanlıklar aracılığıyla icra edilen fonksiyonların tekrar camiye dönmesi kastediliyorsa, bunun altından kalkılamaz. Mekân, finans vs. yüzlerce soru çıkar karşımıza; konuşulması gereken çok detay var.

Bununla birlikte, içine biraz yemek, biraz gezi, biraz entellektüel faaliyet katılmış camiye de ben yaşayan cami, ihya edilmiş cami demiyorum. Caminin insanlar tarafından yoğun kullanılması değil, insan-ı kâmil üreten bir yapı olmasıyla ilgili birşeyden bahsediyorum. Yapılan işlerin kişinin insan-ı kâmil olma sürecinde ne kadar etkili olacağına vurgu yapıyorum.

İstişare zeminlerinde çoğunlukla olması gereken ideali değil de, o gün için ne mümkünse onu konuşuyoruz. Ufkumuzu çağın dışına çıkararak, modern çağda mabed yapılanırken şöyle olmalı diyebileceğimiz rahat istişare ortamlarına ve bu hür ortamlarda çıkmış yeni fikirlere ihtiyacımız var. Bu mesele Diyanet’in ve Diyanet’te görev yapanların tek başına altından kalkabileceği birşey değil. Bu konuda ilahiyatçı da birşey söyleyecek, hayrî hizmet yapanlar da, halk da. Nihayetinde bir pazar oluşturuyorsunuz. Halkın pazarın bu bölgesinden almaya alışık olduğu şey yüz yıldır sadece namaz. Siz ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ürünler de burada var dediğinizde değişik tepkilerle de karşılaşabiliyorsunuz.


Meselâ ne gibi tepkiler?


Bazen dezavantaj gibi gözüken şeyler avantaja da dönüşebiliyor. Allahu a’lem, aynı çalışmaları Fatih’te, Üsküdar’da yapmış olsak belki çok farklı tepkilerle karşılaşabilirdik. Camiyi sadece namaz kılınan bir yer olarak gören insanlar başka faaliyetlerin orada olabileceğini düşünmüyor. İslamî camianın alışık olduğu hizmet modellerinden farklı şeyler denedik burada. Yanlış dindarlığın ya da eksik dindarlığın baskılayıcı bir pozisyonu var. Bölgenin nisbeten dine mesafeli oluşu ise avantaja dönüşebiliyor, çünkü alan çok açık. Dolayısıyla ortaya icra koyduğunuzda, insanlar anlamlı buluyorsa destekliyor. Onun için biz şöyle dedik: Buranın insanı evet dediği zaman, sahabe gibi diyor. Çünkü İslamî bir tercihte bulunan genç ailesi ve arkadaş çevresini karşısına alabiliyor; ve bedel ödediği için, bedel ödemek kaliteyi arttırıyor.

Buralarda ön tebliğ dediğimiz çalışmayı yaptık ve vakit cemaatinin ötesinde yeni cemaatler edindik. Bağımlılardan oluşan bir cemaatimiz, sokak çocuklarından oluşan ikinci bir cemaatimiz, ikindi ve akşam arasında cami avlusunda üçüncü bir çorba cemaatimiz var. Bunlara “çorba içiyorsanız namaz kılın” diye bir ilişkilendirme yapmadık. Zaten caminin avlusundalar, cami onlara birşey söylüyor. Yine akşam ile yatsı arasında öğrenci evlerinde kalan üniversitelilerle programlarımız oldu, onların ayrı bir sosyal tarafı var. Muhtarın da desteğiyle mahalle örgütlendi. Rumeli insanı ile Karadeniz insanını kaynaştırma ve hanım cemaatinin birbiriyle tanışmasına yönelik olarak, camiyi sadece hanımlara tahsis ettiğimiz yöre günleri organize edildi. Bunun yanında esnaf ziyaretleri de yaparak çalışmalarımızı mahalleye mal etmiş olduk.

Burada önemli bir hususu da ifade etmek istiyorum. Çalışmalarımız ilerleyip etkinliklerimiz artarken, başta koyduğumuz bir prensibimiz vardı, onun da çok faydasını gördük. Neydi o prensip? Gerek bir kurum, gerekse bir şahıs burada yapılan herhangi bir faaliyetin finans olarak da, iş gücü olarak da yüzde 20’den fazlasını karşılayamaz. Bu şekilde paydaş olmayı ve birlikte elimizi taşın altına koymayı temin etmeye çalışıyoruz. Buradaki çalışma sadece Kadıköy’ün muhafazakâr kesimiyle gidiyor değil. Muhafazakâr olmayan kesimlerin de içinde olduğu ve destek verdiği bir cami çalışması yapıyoruz.


Levent hocam, tam da buradan hareketle sorayım: Din hizmeti ve irşad faaliyetlerinde camilerde genelde kullanılan dil hakkında ne düşünüyorsunuz?


Din hizmetine baktığımızda bizim tespitimiz, ülkemizde din anlatımında dört prototip —Oflu hoca, Erzurumlu hocaefendi, Diyarbakırlı seyda, Konyalı imamefendi—üzerinden dini konuşuyoruz. Bu prototiplerin cami kürsülerinde oluşturduğu bir dil var ve bu dil Trakya’yı, Ege’yi, sahilleri, hatta Alevî kesimi, yani nüfusun en az yüzde 40’ını ıskalamamıza neden oluyor. Bu dört prototipin saydığımız bölgelerde din anlatımı ve irşadında başarılı olması zor. Bundan dolayı din anlatımında beşinci, altıncı, yedinci prototipleri oluşturmaya çalışıyoruz ve çalışmalıyız.

Mevcut kürsülerdeki din dili gençlere de hitap edemiyor. 2017 yılından itibaren Diyanet’te gençlik çalışmalarıyla ilgili gençlik kolları ve koordinatörlükleri oluşturuldu. Bu grupların çalışmalarında konuşurken belli tanımlar koymaya çalıştık. Bunlardan birisi tevbekârlık irşadıydı. Bununla şunu kastediyoruz: Genç on yaşında bir yara alıyor, ilerleyen yaşlarda bir yara daha alıyor ve etkin hayatın içinden çekilip emekli olunca o kişiyi tevbekârlık zeminine davet edip kaza namazları vb. çalışmalarla ahirete hazırlıyoruz ve berzah âlemine yolcu ediyoruz. Modern çağda neredeyiz biz? Onun için biz çocukluktan gençliğe ve hayatın bütününde koruyucu hekimlik yapmalıyız, dört-altı yaştan başlayarak bütün kademelerde etkin olmalıyız diye teklifte bulunduk. Çocuk spor yapmak istiyor, denize girmek, müzikle uğraşmak istiyor. Bunları yapma demek çözüm değil, yaralanmalara da engel olamıyorsunuz. Hayata atılırken, ticaret yaparken, evlenirken, spor yaparken, denize girerken, müzik icra ederken yaralanmaması gerekiyor insanların. Bundan dolayı bizim teklifimiz mevcut tevbekârlık irşadının yerine ya da yanına koruyucu irşadı organize ederek, dini hassasiyeti daha fazla ihya edip yaralanmaların önüne geçebilmekti. Gençlerin geçiş yaşlarında ne yapılması gerekiyorsa, meşru dairede fıtrî ihtiyaçlarını karşılayarak yapmak lazım. Yoksa biz oksijen çadırları gibi hayatın içinden kopuk yerlere toplanıp gençlere hadis ve âyet okuyarak irşad yaptığımızı zannedersek yanlış yaparız. Ayağımızın altından hayat akıp gidiyor, hayatın içinden kopuk bir anlatımla bu ihya yapılamaz, bunun farkında olmalıyız. Konuşulan şey hayatı yapılandırmalıdır.


Çalışmalarınızın bir takvimi var mı?


Sabit bir faaliyet takvimimiz ve periyodumuz yok. Daha esnek biçimde, cemaatin durumuna göre şekillendiriyoruz faaliyetlerimizi. Bir dönem seminer faaliyetlerini sıklaştırıyorsunuz, bakıyorsunuz önünüzdeki insan, cemaat kıvamında bir miktar nefis yapıyor ve entellektüalizm bataklığına gidiyor. Oradan çekiyorsunuz, bu kadar seminer fazla geldi, hadi bir miktar da cami temizleyelim, cami tuvaletlerini temizleyelim diyoruz. Yapılan başka bir faaliyet hayrî hizmetlerden, ulusal vizyonlardan alıkoyup yerelleştiriyor, bu sefer birşey daha katıp farklı birşey yapıyorsunuz. Bu durum dışardan bakanlar için istikrarsızlık alameti olarak görülebiliyor, ama biz tebessüm ediyoruz. Bu istikrarsızlık değil. Biz bir makina ile iş yapmıyoruz, insanla iş yapıyoruz; kıvamı takip ettiğimizi söylüyoruz.


Oğlunuzun mesleğinizle ilgi bir sorusu vardı bildiğim kadar, kısaca ondan da bahsedebilir misiniz?


Bir ortancamız, Ahmet Fuat’ımız var. Anneleri öğretmen, onun işi belli, okula gidiyor, öğrencileri var. Babam herkesin yaptığı namazı kılıyor, bu bir meslek değil onun zihninde, algısında. Ve babam ne yapıyor da para kazanıyor diye düşünüyor. Biraz o damarda yetiştirmişiz; ibadetler hasbî işlerdir, herkesin vazifesi olan şeylerdir, birer meslek değillerdir diye. Burada namaz haricinde de olan işleri görüyor. Çocuklar masa tenisi oynuyor, onlar için bir eğlence. Birileri yemek yapıyor, birileri yemek yiyor, birileri güvenliği sağlıyor vs. Benim mesleğim buradaki işlerin organize edilmesi diye ifade ettim kendisine.

Burada biz bazı şeylerin örfünü değiştirmeye de çalışıyoruz. Hatimci, mevlitci hoca tiplemesinin dindarlığımıza zarar verdiği düşüncesindeyim. İnsanların nikâhları oluyor, okumaları oluyor, cenazeleri oluyor. Birtakım yüksek meblağlarla yardım etmek, hayrî işler yapmak istiyorlar. Bunu siz kendinize almayıp cami hizmetlerine yönlendirdiğinizde, bu onlar açısından bir dindarlık ifadesi. Cenazenin helva ikramı böylece aşevinin helva ikramına dönüşüyor, mevlidin yemeği aşevinde 1000 kişinin o günkü yemeğine dönüşüyor. Bizim camimizdeki çalışmaların finansı mahallelinin bize bu yönden muhabbeti ile temin edilmiş oluyor.

bottom of page