top of page

Bütüncül Bakmanın Önemi

AHMET FEYZİ KARABACAK


Hepimiz şimdiye kadar farklı keyfiyette, boyutlarda ve hacimlerde birçok araştırma yapmışızdır. Bu araştırmalar, sahibi olduğunuz mesleğe veya bilimsel birtakım gelişmelere yahut bir kitaba ve bir yazara dair olabilir.



Araştırmalarımız ve merak alanlarımız farklı olmasına rağmen, şunu biliriz: Her işin ve her uğraşı alanının bir usulü ve bir metodolojisi vardır. Ve biz bu uğraşımızın meyvelerini toplamak istiyorsak tâbi olduğumuz alanın usulüne uymak durumundayız.




Eskiler bu hakikati “Usûl olmadan vusûl olmaz” diye veciz bir şekilde ifade etmişler. Metotların farklılığıyla birlikte, geniş ölçekte bakıldığında her bir metodun kesiştiği bir yer var: bütüncül bakış.


İngilizce ifadesi ‘holistic paradigm’ olan bu kavram, birbiriyle ilintili birimlerin birarada değerlendirilmesi anlamına geliyor. Bunu kâinat üzerinden şöyle izah edebiliriz: yaşadığımız kâinatı bir bütün olarak görebilmeyi, ama bunu yaparken hiçbir detayı kaçırmamayı, tüm detayları anlamlandırabilmeyi sağlayan yöntem. Yani herşeyi görmek, ama herşey içinde her bir şeyi de gözardı etmemek.


Bu kavramın tam zıddı olarak ise ‘toptancı bakış’ karşımıza çıkıyor. Bir olayı araştırıp incelerken ince eleyip sık dokumadan kendinden önceki buna benzer olaylarla kıyaslayıp bir hükme varmak, toptancı bakışın bir tezahürü. Bir esere, bir kitaba muhatap olurken eserin tamamına ve müellifin kastettiği manalara bakmadan tek cümlede eser sahibinin görüşleri hakkında hükme ulaşmak da öyle... Bir gruba, bir topluluğa muhatap olurken içlerinde gördüğü birkaç bozuk insan yüzünden o topluluğu tamamen böyle kişilerden ibaret gibi görmeye ve göstermeye çalışmak da toptancı bir bakışın yansıması. Bütün bunlar, bütüncül bakışın kaybedilip toptancı bir bakışın benimsendiğinin göstergeleri...


Hucurat sûresinin altıncı âyeti, bizi toptancı bakıştan uzak durup bütüncül bakmaya çağırır bir bakıma: “Ey iman edenler, eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa işin aslını bilmeden bir topluluğa kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”


Bu âyetin nüzul sebebi olarak kaynaklarda anlatılan hadise, toptancı bakış ile bütüncül bakış arasındaki farkı da çok berrak biçimde gösteriyor. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, zekât memurlarından Velid b. Ukbe’yi Benî Mustalik kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere göndermiştir. Velid yolda iken birisi bu kabileden silahlı bir grubun Medine’ye doğru yola çıktığı haberini getirir.Velid, onların İslâm’ı terkedip Müslümanlara karşı savaş açtıklarını düşünerek geri dönüp durumu Peygamberimize anlatır. Resûlullah haberin doğru olup olmadığını araştırma ihtiyacı hisseder ve gereğini yapmak üzere Halid b. Velid’i gönderir. Halid b. Velid kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırır; sözkonusu grubun İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini tespit ederek Medine’ye döner. Bu esnada, yola çıkanların da, zekât tahsildarı geciktiği için kendi elleriyle zekâtı Hz. Peygamber’e (asm) teslim etmek üzere yola çıktıkları anlaşılmıştır.


Bu hadise çok dikkat çekici ve bir o kadar da ders alınasıdır. Peygamber Efendimiz, bahsedilen toplulukla ilgili haber kendisine ulaşınca meseleyi tahkik edip anlamadan hemen o kabileye karşı harekete geçmemiştir. O kabileyle ilgili, geçmişlerine kıyasla bir hükme de varmamıştır. “Acele şeytandandır, teennî Rahmân’dandır” hadisinin sebeb-i vürûdu da olan o hadisede, teennîye, yani sakince düşünüp tartıp biçerek karar vermeye verdiği önemden dolayı olayın hakikatini araştırmıştır. Neticede, durumun kendisine anlatılandan farklı olduğu görülmüştür. Bu da bize bir meseleden dolayı bir topluluktan getirilen haberlerin içyüzüne vâkıf olmadan aceleyle karar vermemeyi; aceleyle karar verildiğinde yüksek ihtimalle yanılacağımızı ve kardeşimiz olan bir topluluğa karşı kalben buğz, hatta fiilen zulüm durumuna düşeceğimizi ders vermektedir. Zaten sevgisizliğin ve fitnenin her yere sirayet ettiği şu zamanda iyice araştırmadan verilen hükümler, aldanmamıza sebep olup aramızdaki kalbî bağların iyice sarsılması sonucunu getiriyor.


Bu âyette de görüldüğü üzere bize bütüncül bakışı ders veren Kur’an’ın kendisini bütüncül bir bakışla okuma sorumluluğumuz var. Kur’an-ı Kerim’e bütüncül bir nazarla bakabilmek için ise, onun birtakım özelliklerini muhakkak bilmemiz gerekiyor.


Bunlardan ilki, Kur’an-ı Kerim’in birinci tefsirinin yine Kur’an’ın kendisi oluşu. Başka bir ifadeyle, Kur’an’ın en kuvvetli tefsiri onu yine Kur’an ile tefsirdir. Yani Kur’an âyetlerinin ilgili başka âyetlerle beraber ele alınıp değerlendirilmesidir. Çünkü bir yerde kısaca anlatılan bir durum, bir kıssa, bir hakikat başka bir âyette tafsilatıyla anlatılmakta; bir âyette kapalı olarak verilen bir anlam bir diğer âyette vuzuha kavuşturulmaktadır.


Kur’an’ın kendi kendini tefsir eden bir kitap oluşu, anlatım metodu ve konuları ele alış tarzı ile ilgilidir. Kur’an-ı Kerîm’in konuları ele alış tarzı, alıştığımız ve insanları kitaplarında gördüğümüz tarzlardan farklıdır. Genellikle okuduğumuz kitaplarda fikirler ve deliller, telif metodu ile insicamlı bir şekilde belli bir konunun etrafında döner. Fakat Kur’an, bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlık ve alt başlıkları olan bir kitap değildir. Kur’an’ın tertibi, tamamen alışılmışın dışında bir görünümdedir.


Örneğin Hz. Musa aleyhisselamın kıssası Kur’an’ın farklı sûrelerinde anlatılır. Fakat bunlar kıssanın aynı yönlerini ele almaz, her bir sûrede birbirini tamamlayan değişik yönleriyle konu edilir. Bunların hepsi biraraya getirildiğinde ise kıssanın bütününe ulaşılır.


Kur’an’ın bu üslup ve düzeninin, okuyucuyu sadece dışarıdan hakikate muhatap bırakarak pasifize etmeyen, aksine derin ve bütüncül düşünmeye yönelten, parçalardan bütüne ulaşmanın derinliğini kazandıran bir nitelikte olduğunu görmekteyiz.


Kur’an-ı Kerîm’i derinden derine inceleyip hüküm çıkaran âlimlerimiz de, tek bir hüküm çıkarırken dahi Kur’an’ın bütününe muhatap olmuş, onu içselleştirmiş ve hükümlerine bu tarz ince ve hassas yollarla varmışlardır. Nitekim, tek tek ele alındığında birbiriyle çelişiyor gibi görünen iki cümle, Kur’an bütünlüğü içinde incelendiğinde aksine birbirini tamamlamaktadır. Ayrı ayrı incelendiğinde tutarsız görünmelerine rağmen, bu iki cümle birlikte ele alındığında konu daha açık hale gelmektedir.


Mesela Maide sûresinin l. âyetinde “Haram kılınanlar müstesna olmak üzere davarlar size helal kılınmıştır” denilmekte, haram kılınan hayvanlar ise bize bildirilmez. Fakat aynı sûrenin 3. âyeti “Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adıyla kesilen, boğularak, vurularak, yuvarlanarak veya sürüklenerek ölen, canavar tarafından parçalanan hayvanlar haram edilmiştir” buyurarak haram kılınanları açıklar. Böylece üçüncü âyet, birinci âyetin hem bir tamamlayıcısı hem de bir tefsiri olmaktadır.


Peki bu tefsir ve anlamlandırma faaliyetinin bir başka cüz’ü yok mudur diye düşündüğümüzde ise, muazzam bir hadis külliyatı, dolayısıyla Peygamber Efendimiz’in (asm) hayatı çıkıyor karşımıza.


Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in bir görevinin de Kur’an-ı açıklamak olduğu birçok âyette vurgulanmaktadır (meselâ bkz. Nahl, 16:64). Dolayısıyla Kur’an’ın tefsirinde ilk yetkili müfessir Resûlullah’tır ve anlama faaliyeti Hz. Peygamber ile başlamıştır.


Şu rivayet bunun ne demek olduğunu gayet güzel bir şekilde açıklıyor: Sahabiden İmran b. Husayn’ın bulunduğu bir mecliste bir adam “Kur’an’da olandan başkasından bahsetmeyin!” deyince, İmran ona şunu sordu: “Sen öğle namazının dört rekât olduğunu, öğle namazında imamın Fâtiha ve zamm-ı sûreleri açıktan okumayacağını Kitabullah’ta gördün mü?” Sonra, Resûlullah’tan öğrendikleri şekilde namazı, zekâtı ve benzeri hükümler sıraladı ve ilave etti: “Bütün bunları Allah’ın kitabında detaylı olarak açık buluyor musun? Kitabullah bunları müphem bırakmış, sünnet de o kapalı kısımları tefsir etmiştir.”


Bu sözler, herşeyi bir hikmetle yaratan Allah’ın Peygamberine Kur’an’da mücmel olarak bildirilen hakikatleri açıklama görevini verdiğini; hadis ve sünnetin bu görevin bir parçası olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i anlama çabasının sahih hadisler ışığında sürdürmenin bizi bütüncül bir bakışa ulaştıracağını kavrıyoruz. Sünnet, Kur’an’daki hakikate her yönüyle nüfuz edebilmenin bir anahtarı...


Sözün özü, her ne yaparsa yapsın ve her ne okursa okusun, insanın bütüncül bakmayı başarması gerekiyor. Bu, Allah’ın kitabına muhatap olurken de geçerli. Bütüncül bakabilme ve çok boyutlu nazar edebilmeyi öğrenme yükümlülüğümüz var. Ve bir topluluğa, bir esere, hatta bir insana muhatap olurken de tek bir yönüyle, tek bir özelliğiyle değil, bütünüyle muhatap olunmalı.

Böyle olmayınca ne oluyor?


Başta sevgisizlik ve düşmanlık olmak üzere, birçok kötü tutum ve davranış ortalığı kaplıyor, inkâr ve ahlaksızlığa karşı ittifak etmesi gerekenler ise ayrışıp kuvvetlerini yitiriyor.



ÖZETLER


Metotların farklılığıyla birlikte, her bir metodun kesiştiği bir yer var: bütüncül bakış. Yani, birbiriyle ilintili birimlerin birarada değerlendirilmesi... Herşeyi görmek, ama herşey içinde her bir şeyi de gözardı etmemek...


Bütüncü bakışın tam zıddı olarak, toptancı bakış karşımıza çıkıyor. Bir olayı araştırıp incelerken önceki benzer olaylarla kıyaslayıp bir hükme varmak, toptancı bakışın bir tezahürü. Bir esere muhatap olurken eserin tamamına ve müellifin kastettiği manalara bakmadan tek cümlede eser sahibinin görüşleri hakkında hükme ulaşmak da öyle...


Bütüncül bakabilme ve çok boyutlu nazar edebilmeyi öğrenme yükümlülüğümüz var. Bu olmayınca ne oluyor? Başta sevgisizlik ve düşmanlık olmak üzere, birçok kötü tutum ve davranış ortalığı kaplıyor.


bottom of page