HAFSA ORHAN

Zygmunt Bauman (1925-2017) geçtiğimiz yüzyılın en önemli düşünürlerinden. Özellikle toplumsal ilişkilere dair tespitleriyle öne çıkan Bauman’ın bir dizi kitabı, günümüz dünyasını okurken ve yorumlarken kullandığı önemli bir tabir üzerinden ilerliyor: ‘akışkan.’
Bu kelimenin İngilizce karşılığı ‘liquid.’ Kendi ortaya koyduğu bu tabirle Bauman’ın ne kasdettiğini, Mattiazzi ve Vila-Petroff (2021) ilgili makalelerinde şöyle anlatıyorlar: “Bu, Bauman’ın günümüz toplumundaki ilişkiler, kimlikler ve küresel ekonomide gördüğü biteviye hareketlilik ve değişim durumunu tanımlamak için kullandığı bir metafordur.
Zira modernite ve postmoderniteye değinmeksizin Bauman daha katı (solid) bir moderniteden daha akışkan (fluid) bir modern sosyal hayat formuna geçişi tasvir etmektedir.”
Daha akışkan? Yani herhangi bir şekil almayan ve sürekli değişime meyyal olan.
Buradan da hareketle Bauman, bu akışkan modernitenin insan hayatının farklı veçhelerini nasıl etkilediğini inceliyor. Nitekim Bauman’dan alıntılanan şu sözler bu tabiri çok yalın bir şekilde açıklamakta:
“Akışkan bir modern yaşamda kalıcı hiçbir bağ yoktur ve bir süreliğine bağlandığımız herşey, şartlar değiştiğinde olabildiğince çabuk ve zahmetsizce yeniden çözülebilmeleri için gevşek bir şekilde bağlanmalıdır.”
Bauman, yukarıda bahsi geçen tabir üzerinden modern hayatı okuduğu pek çok kitap kaleme almış:
- Liquid Modernity (Akışkan Modernite),
- Liquid Times: Living in an Age of Uncertainty (Akışkan Zamanlar: Belirsiz Zamanlarda Yaşamak),
- Liquid Life (Akışkan Hayat),
- Liquid Fear (Akışkan Korku),
- Liquid Evil (Akışkan Kötülük) ve
- Liquid Love (Akışkan Aşk).
Bu kitapların hemen hepsi Türkçe’ye tercüme edilmiş durumda, ama ben özellikle sonuncusuna değineceğim. Versus Yayınları tarafından basılan ve Işık Ergüden tarafından tercüme edilen kitap, “İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair” altbaşlığını taşıyor.
Kitap dört bölümden oluşuyor. Bauman önsözde kitabının kahramanını şöyle tanımlıyor: ‘bağsız insan.’ (Bu ifade bana Kur’an’da geçen, ‘Allah’ın koparılmasını istemediği bağları koparan’ ifadesini hatırlatıyor. Bkz. Bakara sûresi, 2:27.)
Bauman’ın Akışkan Aşk kitabı, kısaca insan ilişkilerine dair... Yine önsözde şunu dile getiriyor: “Bireyleşmenin başıboş olduğu dünyamızda ilişkiler iki ucu keskin kılıç gibidir. Güzel düşler ile kabuslar arasında...” Neden ilişkiler? Çünkü “Akışkan bir modern yaşam çerçevesinde ilişkiler en canlı, en dayanılmaz, en derinden hissedilen ve en yaygın müphemliklerin tezahürüdür belki de.”
Dolayısıyla “Günümüzün (psikolojik) danışma patlamasının ana etkenlerinden birini ilişkilerin oluşturmasına şaşmamalı.” Ona göre bugün danışmanlar da dahil insanların sık duyduğu ve takip etmeye çalıştığı şey, ‘hafif bir pelerin gibi omuza atılabilir’ ilişkilerdir. Nitekim bunlar için artık ‘ilişki’ de değil, ‘bağlantıda olma,’ ‘hatta kalma’ gibi tabirler kullanılmaktadır. Oysa bağlantılar ‘sanal ilişkiler’dir. Ve gerçek ilişkilerin tersine, sanal ilişkiye girmek ve bu ilişkiden çıkmak kolaydır. Ağır, yavaş hareketli, âtıl ve muğlak ciddi şeylerle kıyaslandığında şık ve bakımlı görünürler, bunları kullanmak kolay gözükür.
Zygmunt Bauman kitabın “Aşka Düşmek, Aşktan Düşmek” başlıklı bölümünde ise, aşk ile ilgili olarak başlangıçta şunları söylüyor: “Günümüzde ise kullan-at türü ürünleri, hızlı çözümleri, anlık tatmini, hiçbir çaba sürdürmeyi gerektirmeyen sonuçları, şaşmaz reçeteleri, bütün risklerin güvence altına alınmasını ve geri ödeme garantilerini teşvik eden bizimkisi gibi bir toplumda (...) âşık olabilmek istisnaîdir.”
Ardından arzu ile aşkın ilişkisine değiniyor Bauman ve şöyle diyor: “Ani duyulan arzu ve onu bastırmayı hedefleyen tek gecelik ilişkilerin bu tür öngörülmemiş sonucu, Jarvie’nin deyişiyle flört etme özgürlüğü ile ciddi bir ilişkinin resmiyeti arasında duygusal bir ortayoldur.” Ki bunlar, ‘romantik komedi’ denilen pek çok Hollywood filminin de konusunu teşkil etmektedir. Yine de dilek (wish) arzudan daha kısa sürelidir. İşte bu noktada mevzu bugünkü sosyo-ekonomik yapıya gelmektedir. Çünkü “Tüketim pazarının devasa güçleri dileğe dayalı eylemi gündelik yaşama derinlemesine yerleştirirken bir arzunun peşinden gitmek, aşk bağlılığının saflarına çekine çekine hoşnutsuz ve beceriksizce katılmak gibidir.”
Dolayısıyla diğer tüketim malları gibi birliktelikler de anında tüketilir. Yani girdiğiniz ilişkide bağlılık vaadleri uzun vadede anlamsızdır⎯ki bunun evliliğin ruhuna ne kadar ters olduğu aşikârdır. Elbette anlamsızdır, çünkü ilişkiler de diğerleri gibi birer yatırımdır. Oysa insan iki kişiyse kesinlik yoktur. İnsanoğlu ise bundan kurtulmanın yolunu aramaktadır. Bulduğu çözüm, sanal ilişkilerdir. Orada yayılan sesler ve yazılan mesajlarda artık ruhun derinliklerini partnerin denetimine ve onayına sunma hedefi yoktur. Sanal sohbetlerde ve bunlar aracılığıyla, içe bakışın yerini, en mahrem sırlarımızı alışveriş listelerimizle birlikte sergileyen çılgınca ve uçarı bir etkileşim almış gözükmektedir.
İkinci bölümde Bauman, Strauss’a ait olan, cinsiyetlerin buluşmasının kültür ve doğanın buluşması olduğu tesbitinden başlayarak, günümüzde cinselliğin geldiği noktayı irdeliyor. Buradan hareketle de çocuğa bakışa ve bundaki değişikliklere uzanıyor ve diyor ki: “Çağımız çocuğun öncelikle duygusal bir tüketim nesnesi olduğu bir çağdır.” Buna bağlı olarak şu gibi akışkan modern hastalıkların ortaya çıktığını ekliyor: doğum sonrası depresyon, evlilik krizleri, alerji. Bauman’a göre, modern akışkan akıl, kalıcı bağlanmaları baskı olarak görür. Dolayısıyla cinselliği tüketici rasyonalitesinin egemenliğinden kurtarmak gerekmektedir.
Kalıcı bağlanmaların aksine bağlantıda olma halinin ortaya çıktığı günümüzde, bağlı kalmanın belki de en çok tezahür ettiği unsurlardan biri olan cep telefonlarından örnek veren Bauman şöyle diyor: “Cep telefonları hareket halindeki insanlar için yapılmıştır.” Böylece “cep telefonları uzakta kalanların temasa geçmesini, temasa geçenlerin uzakta kalmasını sağlar.” Ve çarpıcı olan şudur: “Zaman içerisinde cep telefonları gözleri, görmeden bakmaya alıştırır.” Böylece “sanal yakınlığın yükselişi insanî bağlantıları hem daha sık hem daha sığ, hem daha yoğun hem daha kısa kılar.” Çünkü “sanal yakınlık sanal olmayan türdeşinin uygulamaya alışkın olduğu baskıyı önler. Aynı zamanda bambaşka bir yakınlık modeli kurar. Bundan böyle her yakınlık meziyet ve yenilgisini sanal yakınlık ölçütleriyle değerlendirecektir.” Bu, kadın-erkek ilişkilerini de etkilemektedir. Zira “internetle büyüyen kuşak flört konusunda kemale (ermektedir).”
Olayın iktisadî boyutuna gelince, “Alışveriş merkezleri hayatta kalma çabasını boş vakit ve eğlence olarak yeniden tasnif edebilmek için çok çaba sarfetti.” Rowe ve Silverstein’ın dediği gibi, “büyüme, düpedüz daha fazla harcamak anlamına gelmektedir. Paranın nereye ve niçin harcandığının önemi yok(tur).” Bu ise “daha fazla para el değiştirdiğinde insan mutluluğunun bütün olarak arttığını varsayar.” Böylesi bir durumda “yokluğu en belirgin olan ve pazar pratisyenlerinin oluşturduğu ticaret savaşının hedefleri listesinin başında yer alan öge, Halsey’in ‘ahlaki ekonomi’⎯yani ailecek paylaşılan mal ve hizmetler, yardımlaşan komşular, işbirliği yapan dostlar⎯olarak adlandırdığı devasa sektördür.” Yani ortaya çıkan “homo economicus ve homo consumens, toplumsal bağı olmayan insanlardır.”
Bauman, özellikle Freud’dan hareketle, komşuluğa dair ilginç tesbitlerde bulunuyor. “Komşunu seveceksin buyruğunu doğrulayan husus, bu en temel insan doğasına başka hiçbir şeyin bu denli ters düşmemesidir.” Bununla birlikte de insanlığın doğumu başlamıştır. Çünkü bu yolla hayatta kalma güdüsünden ahlakiliğe geçiş sağlanmıştır. Başkasını sevmek önemlidir, zira kendini sevebilmek için sevilmek gerekir.
Bauman’a göre şehirler küresel olarak meydana getirilmiş problemlerin hurdalığı haline geldi. Şehirler artık modern akışkan yapıdadır. Buna yol açan ise küresel çelişkilerdir ve küresel çelişkilere yerel çözümler bulmak mümkün değildir. Bu meyanda ortaya şu çıkmıştır: miksofobi, yani çeşitlilik ve farklılık okyanusunun ortasında, benzerlik ve aynılık adalarından yana olmak.
Bir önceki bölümün bitişinde yer alan kavramla da irtibatlı olmak üzere, Bauman’ın Akışkan Aşk kitabının son bölümü yabancı düşmanlığı ile ilgili. Bauman söze şöyle başlıyor: “Gezegenin üzerinde bir hayalet geziniyor: yabancı düşmanlığı hayaleti...”
Nitekim pasaportlar, giriş çıkış vizeleri, gümrük ve göçmen kontrolleri, modern ulus devlet sanatının ilk icraatları oldu. Bugün yabancı sorununa ya antropofajik (yabancıları yiyip tüketmek) ya da antropoemik (yabancıları kusma) çözümü getiriliyor. Mülteciler—yine modern dünyanın yarattığı—aşırı kaygının boşaltılmasına yarayan kolay bir hedeftir.
Bütün bu hengamenin içerisinde sonsöz olarak şunları dile getiriyor Bauman: “Küreselleşme çağında ortak bir insanlık davası ve politikası, uzun tarihi boyunca geçtiği evrelerin en hayatî olanıyla karşı karşıyadır.”
ÖZETLER
Zygmunt Bauman, günümüz dünyasını okurken ve yorumlarken ‘akışkan’ kelimesi üzerinden ilerliyor. Ona göre, daha katı bir moderniteden daha akışkan bir modern sosyal hayat formuna geçişi tasvir etmektedir. Akışkan bir modern yaşamda kalıcı hiçbir bağ yoktur ve günümüz insanı artık ‘bağsız insan’dır.
Bauman’a göre, çağımız, çocuğun öncelikle duygusal bir tüketim nesnesi olduğu bir çağdır. Öte yandan, modern akışkan akıl, kalıcı bağlanmaları baskı olarak görür. Dolayısıyla, cinselliği bu tüketici mantığının egemenliğinden kurtarmak gerekmektedir.
Akışkan Aşk kitabının son bölümü yabancı düşmanlığı ile ilgili. Bauman söze şöyle başlıyor: “Gezegenin üzerinde bir hayalet geziniyor: yabancı düşmanlığı hayaleti...” Mülteciler, aşırı kaygının boşaltılmasına yarayan kolay bir hedeftir.