AHMET FEYZİ KARABACAK

Johann Hari bir gazetecidir ve hayatının son yıllarında çalıştığı alanlarda birşeylere odaklanmakta zorlandığını farkedip kendini incelemeye başlar. Neden odaklanma sorunu yaşamaya başlamış olabilir?
İlk önce kendini suçlar ve bunun kendi hatalarından kaynaklandığını düşünür. Ama sonrasında, çevresindeki insanların da aynı sorunla muzdarip olduğunu gözlemler. Bu onu meseleyi araştırmaya ve uzmanlarla görüşmeye yöneltir ve geldiği noktada çok daha derin ve kapsamlı nedenlerin olduğunu keşfeder.
Çalınan Dikkat işte bu sürecin meyvesi. Gazeteci-yazar Hari, yaşadığımız günlerde adeta salgına dönüşen dikkat dağınıklığı ve odaklanamama probleminin nedenlerini bu kitapta detaylarıyla ele alıyor, konunun uzmanı kişilerle görüşmelerinden edindiği bilgileri yorumluyor ve sonunda çalınan dikkatimizi nasıl geri kazanacağımız konusunda öneriler sunuyor.
Barış Engin Aksoy’un tercümesiyle Metis Yayınları’nın yayınladığı Çalınan Dikkat (Neden Odaklanamıyoruz?) kitabında Johann Hari kendi kişisel deneyimlerini de anlatmayı ihmal etmiyor. Dikkat dağınıklığı sonucu odaklanamamanın tek bir sebebe bağlanamayacağını, bunun yanında içsel birçok faktörün de devreye girdiğini söylüyor.
Hari’ye göre, içinde bulunduğumuz çağda dikkatimizi toplama-odaklanma becerimiz adeta çatlayıp kırılmış durumda. Bunu kendi deneyimleri üzerinden şöyle anlatıyor: “Satın aldığım yığınla kitaba göz ucuyla suçlu suçlu bakarken, son bir tweet daha diyordum. Halen çok okuyordum, ama geçen yılla birlikte, aşağı inen bir yürüyen merdivenden yukarı doğru koşuyormuş gibi hissediyordum.”
Hari bir akşam kanepede uzanmış halde kendi tabiriyle ‘çığırıp duran’ ekranları seyrederken kendi kendine böyle yaşanmaz diye düşünür ve ve Graceland’e, yani Elvis Presley’in Tennessee, Memphis’teki malikanesine gitmeye karar verir. Yolculuğa çıkacağı Adam ile beraber bir karar almışlardır. Geceler hariç telefonlarını kapalı tutacaklardır.
Graceland’in kapılarına vardıklarında yaşadığı deneyimi şöyle anlatıyor Hari: “Oraya vardığınızda size etrafı göstermekle görevli biri olmuyor ortalıkta. Elinize bir iPad veriliyor, ufak bir kulaklık takıyorsunuz ve ne yapacağınızı iPad söylüyor. İçine girdiğiniz her odada iPad size oda hakkında bilgi verirken, ekranda da odanın fotoğrafları beliriyor.” Ayrıca Hari, Graceland’i gezerken kimsenin etrafına bakmadığını, kafalarını kaldırıp içinde bulundukları odaya bakmayıp ellerindeki rehberden odanın fotoğrafına bakmakla yetindiklerini söylüyor ve bu konudan ne kadar rahatsızlık duyduğunu dile getiriyor. İnsanların anı yaşamayı bilmediğini ve hayatı kaçırdığını da ekliyor.
Gördüğü bu tablodan rahatsız olan Hari, bir kitap yazmaya karar verir ve Çalının Dikkat’in serüveni bu şekilde başlamış olur. Adam ile birlikte yaptığı seyahatten döndükten sonra, ‘irade gücü’ konusunda dünyanın ileri gelen bilim insanlarından Prof. Roy Baumeister’ın çalışmalarını okuyup onunla görüşmeye gider. Hari, odaklanma becerimizi kaybetmiş gibi görünmemizin nedenleri ve onu nasıl geri kazanabileceğimiz hakkında bir kitap yazmak istediğini profesöre söylediğinde aldığı karşılık, bu konuyu açmasının ilginç olduğudur. Çünkü irade konusunda kitaplar ve makaleler yazmış profesörden de “Dikkatimi eskisi kadar kontrol edemediğim hissediyorum” cevabını almıştır. İradenin kitabını yazmış olan adam bile (Baumeister’ın İrade adlı bir kitabı var) odaklanma becerisini kaybediyorsa kim kaybetmiyordur ki, diye düşünür Hari.
Ardından seyahatine ve çalışmalarına devam eder ve yaptığı araştırmalarda karamsar bir tabloyla karşılaşır. Ortalama bir Amerikalı üniversite öğrencisinin herhangi birşeye ne sıklıkla dikkat verdiğine dair ufak bir araştırmada, öğrencilerin ortalama altmışbeş saniyede bir meşgul oldukları şeyden başka birşeye geçtikleri ortaya çıkmıştır. Yetişkinler içinse bu ortalama yaklaşık üç dakikadan ibarettir!
Odaklanma becerimizi nasıl geri kazanabileceğimizi öğrenmek için 50.000 kilometre yol kat edip 250’den fazla uzmanla görüşen Hari, çocuklarda dikkat sorunları konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından olan Prof. Joel Nigg’le yaptığı bir görüşmede şu soruyu sorar: “Seni dünyanın başına geçirseydim, sen de insanların dikkat becerilerini mahvetmek istiyor olsaydın, ne yapardın?” Joel bir an düşünür ve şu cevabı verir: “Bizim toplumun şu an yaptığını yapardım herhalde.”
Hari, dikkat dağınıklığı ve odaklanamamanın günümüz insanının bir gerçekliği olduğunu vurguladıktan sonra, bu problemin tek bir sebepten kaynaklanmadığını söylüyor. Bu, içinde yaşadığımız sistemin bir sonucu. Yaşadığımız sistem insanın dikkati üzerine günbegün asit boşaltıyor adeta. Bu sorunu çözebilmek için elbette bireysel birtakım sorumluluklar almamız gerekiyor, ama daha derinde yatan etmenlerle baş etmek için hep birlikte kollektif sorumluluklar da almak da gerekiyor. Hari bunu yapmaya nasıl başlayabileceğimizi anladığını da söylüyor.
Yazar, okuyucuları ile çıktığı bu yolculuğu değerli kılan üç hayati nedenden bahsediyor. Bu nedenlerden birincisi, oyalanmayla geçirilmiş bir hayatın bireysel düzeyde eksik kalması ve dikkatinizi uzun süre veremediğinizde gerçekleştirmek istediğiniz şeyleri gerçekleştiremeyecek olmanız. İkincisi, bu dikkat parçalanmasının sadece bireysel düzlemde değil, toplum genelinde de krizlere yol açıyor olması. İnsanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunlara (iklim krizi, deprem fay hatları vb.) kısmen de olsa dikkat dağınıklığı sebebiyle çözümler bulunamadığını görüyoruz. Üçüncü nedeni ve aralarında en umut verici olanı ise şu: Ne olup bittiğini anlarsak onları değiştirmeye başlayabiliriz. İnsan elinden çıkma olan bu krizin yine kendi ellerimizle çözülmesi mümkün.
Yazar bu üç sebebi anlattıktan sonra kendi ‘dijital detoks’unu veya başka bir ifadeyle ‘modern inziva’sını anlatıyor. Bu süreçte yanına yazılarını yazabilmesi için internet bağlantısı özelliği olmayan bir bilgisayar ve acil durumlarda kullanabilmek için eski ve tuşlu bir telefon alacak ve üç ay sürecek bu detoks için Massachusetts eyaletinin Atlas okyanusuna çıkıntı yaptığı, kum şeridinden ibaret olan Provincetown’a gidecektir. İlk aşamada hayatının büyük bir kısmını kendilerine bağlı olarak yaşadığı telefon ve internetin olmaması büyük bir endişe unsuru olur, ama ilerleyen günlerde bu duruma alışmak için farklı uğraşılar bulmaya yönelecektir.
İlk başta Provincetown’da bulunan kafelere gitmiş ve tanımadığı insanlarla konuşmuştur. Ardından kütüphanelere ve kitapçılara gidip kendine yeni kitaplar edinir. Her zaman yanıbaşında olan ve ondan ayrı zaman geçiremediği parlak mavi ışığın olmaması bilincinde tuhaf şeylerin belirmesine sebep olur. Çocukluk yıllarında dinlediği şarkılar, gençlik yıllarında yaşadığı olaylar bir bir aklına gelmeye başlar. Alıcılarının daha fazla dikkate, daha fazla bağlantıya yavaş yavaş açıldığını hisseder. “İnsanların kollektif dikkat aralığı gerçekten daralıyor mu?” diye düşünmeye başlar.
Sosyal medya üzerine yapılan araştırmaları incelediğinde, korkunç sonuçlarla karşılaşır. Twitter üzerinde yapılan (2006-2014 yılları arasındaki veriler incelenmiş) ve insanların hangi konu hakkında ne kadar süre konuştuğunu takip eden bir araştırmaya göre, 2013 yılında en çok konuşulan elli başlık arasına giren konular 17,5 saat ortada kalırken, 2016 yılına girildiğinde bu süre 11,9 saate düşmüş haldedir. Twitter’da herhangi bir konuya odaklanma süremizin gitgide azaldığına işaret eden bir bulgudur bu. Hari, bizden önceki insanların yeni bir konu hakkında ne kadar zaman konuştuklarını incelediğinde ise Twitter’da çıkan grafiğe benzer bir grafikle karşılaşır. Son 130 yıldan uzun bir süredir, her on yılda konuların gündeme yerleşme ve gündemden düşme hızı giderek artmıştır. Yani hızlı çıkışlar beraberinde hızlı inişleri getirmiştir.
Konuşulan konuların neden bu kadar hızlı gündeme gelip sonra da kaybolduğu ve sosyal medyanın insan zihnine yaptığı etkiyle alakalı olarak Prof. Sune Lehmann ve ekibinin söylediklerini aktarıyor Hari: “Şu an yangın hortumundan su içiyor gibiyiz. Çok fazla geliyor. Enformasyona boğuluyoruz.”
Ortalama bir insanın 1986 yılında televizyon, radyo, basın aracılığıyla maruz kaldığı enformasyonun hepsini topladığınızda günde 40 gazeteye denk geliyormuş. 2007 yılına gelindiğinde ise bu rakam 174 gazeteye çıkmış. O zamandan bu yana daha da artmıştır muhakkak. Enformasyon hızındaki artış dünyanın hızlandığı hissini doğuruyor. Bu hızlı yaşantı insan ve psikolojisi açısından olabildiğince kötü bir manzara. Artık yaşantılar çok hızlı kuruluyor ve bitiriliyor. Hızla yaşanılan olaylar daha sindirilemeden yenileri yaşanmaya başlıyor.
Hari, bu değişimin bizi nasıl etkilediğini Lehmann’a sorduğunda şu cevabı alıyor: Maruz kaldığımız enformasyon miktarında ve bu enformasyonun geliş hızında meydana gelen muazzam artışın bir bedeli olmadığını söylüyoruz kendimize. Oysa bu bir yanılgı; saf bilgiye ulaşmak çok yorucu hale geliyor. Daha da önemlisi, “her türlü boyutuyla derinliği feda ediyoruz,” diyor Lehmann. “Derinlik için zaman gerekiyor. Derinlik gerektiren herşey zarar görüyor. Yüzeye doğru çekilip duruyoruz.”
İnsanın muhatap olduğu enformasyonun bu derece hızlanması ve artmasının olumsuz sonuçları bunlarla sınırlı değil. Sune Lehmann, çok uzun süredir hızlandığımızı ve sınırlarımıza gitgide yaklaştığımızı söylüyor ve ekliyor: “Bu hızlanma sonsuza dek sürmeyecek. Birşeyin ne kadar hızlı gidebileceğinin bir sınırı var. Bir noktada durması gerekiyor. Ama şu an için herhangi bir yavaşlama görmüyorum.” Kısacası enformasyon miktarında bu hızlı artış insanı derin değil yüzeysel düşünmeye ve yanlış kararlar vermeye yönlendiriyor.
Kısacası az uyuyup çok çalışan, üç dakikada bir faaliyet değiştiren, zaaflarımızı öğrenip manipüle etmek için tasarlanmış sosyal medya siteleri tarafından takip edilip gözlemlenen, stres fazlalığından aşırı tetikte yaşayan, her gün beyne zarar veren toksinlerle dolu bir kimyasal çorbası soluyan bir toplum olmaya devam ettiğimiz takdirde ciddi dikkat sorunları yaşayan bir toplum olmaya da devam edeceğiz ve bu her geçen gün artan bir eğilim gösterecek.
Ama bu sorunun bir alternatif çözümü var: kollektif farkındalıkla bu sisteme karşı koymak, dikkatimizi ateşe veren kuvvetlerle mücadele edip yerlerine iyileşmemize yardımcı olacak kuvvetler geçirmek.
Johann Hari’nin de bu yola çıkarken bu amacı gözetmiş ve insanlara bu konuda yardımcı olmak için bu kitabı yazmış. Sosyal medyanın insan sağlığı, dikkati ve psikolojisi üzerindeki olumsuz etkilerini öğrenmek ve bu konuda farkındalık kazanmak için bu kitaptan öğreneceğimiz çok dersler var.
ÖZETLER
İnsanların kollektif dikkat aralığı gerçekten daralıyor. Twitter’da herhangi bir konuya odaklanma süremizin gitgide azaldığı tesbit edilmiş durumda. Dahası araştırmalar son 130 yıldan beri, her on yılda konuların gündeme yerleşme ve gündemden düşme hızının giderek arttığı gösteriyor.
1986 yılında bir insanın her gün televizyon, radyo, basın aracılığıyla maruz kaldığı enformasyonun toplamı 40 gazeteye karşılık geliyordu. 2007 yılına gelindiğinde bu rakam 174 gazeteye çıkmış. Bugün daha da çok arttığı aşikar...
Enformasyon bombardımanı içinde derinlik gerektiren herşey zarar görüyor. Enformasyon miktarındaki hızlı artışın insanı derin değil yüzeysel düşünmeye ve yanlış kararlar vermeye yönlendirdiği görülmekte...
Yaşadığımız sistem insanın dikkati üzerine günbegün asit boşaltıyor adeta. Bu sorunu çözebilmek için elbette bireysel birtakım sorumluluklar almamız lazım. Ama kollektif sorumluluklar da almak da gerekiyor.